Teknoloji Dışı Startup’larla Dünyayı Değiştirmek

Tarih

Son zamanlarda herkesin dilindeki o startup kavramı artık biraz bayat gelmeye başladı bence. Her gün onlarca yeni teknoloji girişimi piyasaya sürülüyor ve kimisi başarılı olup milyarları kaplıyor, kimisi de dinmeyen bir hevesle var olmaya çalışıyor. Ama bu kadar yazılım, uygulama ve dijital dünyanın içinde, başka alanlarda fark yaratacak fikirlere ne oldu? İnovasyon illa teknolojiyle mi sınırlı kalmalı? Bence bu sorunun cevabı kesinlikle hayır!
Etrafımıza şöyle bir bakın, sayısız ihtiyaç ve çözülmemiş sorun göreceksiniz. Bunların üstüne kafa yormak, çığır açacak fikirler bulmak hiç de zor değil aslında. Yeter ki doğru yerden bakın ve biraz hayal gücünü çalıştırın. İlk örneği eğitim sektöründen verelim. Hepimiz, ezbere dayalı, katı kurallarla bezeli ve sıkıcı bir sistemden geçtik değil mi? Çocuklarımızın da aynı yolu izlemesini mi istiyoruz? Neden onların öğrenme deneyimini daha zevkli ve verimli hale getirmeyelim?
Açık hava sınıfları, doğa ile iç içe eğitim alternatifleri, çevresel bilinçli müfredat gibi yenilikçi yaklaşımlar düşünebiliriz. Böylece hem çocukların motivasyonu artacak, hem de sürdürülebilirlik kavramı erken yaşlardan itibaren aşılanmış olacak. Çünkü sürdürülebilirlik de en az eğitim kadar önemli bir konu. Herkes bu kavramdan bahsediyor ama çok azımız gerçekten buna uygun bir yaşam tarzı benimsemiş durumda.
Sürdürülebilir yaşam destek sistemleri oluşturabiliriz. Sıfır atık mağazaları, yeniden kullanılabilir ambalaj çözümleri, çevre dostu ürünler… Hepsi insanları daha yeşil bir geleceğe yönlendirecek adımlar olabilir. Bu tür işletmeleri hayata geçirmek, hem toplumsal bir katkı sağlayacak, hem de ekonomik anlamda değer yaratacaktır.
Konuyu sağlık ve refah alanına getirirsek, burada da teknoloji dışı bir sürü fırsat var. Son yıllarda artan stres seviyeleri ve pandemi sürecinin yarattığı ruhsal problemler hepimizi epey yıprattı. İşte tam da bu noktada, geleneksel terapi yöntemlerini günümüz yaşamına entegre edecek, stresi yönetmeye ve zihinsel rahatlığı artırmaya odaklanan startup’lar ön plana çıkabilir.
Ruhsal sağlığı önemseyen, bireylerin iyi olma halini destekleyen böyle girişimler, sadece kar amacı gütmeyip toplumsal bir görev de üstlenecektir. Tıpkı kültürel mirasın korunmasına yönelik faaliyetler gibi. Yerel üreticiler, el sanatkarları ve geleneksel üretim yöntemleri giderek yok olmaya başladı. Peki bu mirası dünyaya tanıtacak, ürünlerini geniş kitlelere ulaştıracak girişimler neden olmasın?
Hepimiz bir yerlere seyahat ettiğimizde oranın otantik lezzetlerini ve el emeği ürünlerini merak ediyor ve satın almak istiyoruz. İşte tam da bu ihtiyacı karşılayacak bir startup modeli düşünülebilir. Yerel üreticilerden temin edilen, onların gelir kaynaklarına katkıda bulunan ve ürünlerini dünyaya pazarlayacak bir platform fikri nasıl olurdu? Böylece ekonomik değer yaratılırken aynı zamanda kültürel mirasın yaşatılması da sağlanmış olur.
Beslenme ve gıda konusuna gelince, burada da teknolojiden bağımsız pek çok fırsat alanı var. Organik ve yerel üretimi destekleyecek, gıda israfına son verecek, yeniden kullanımı ve geri dönüşümü teşvik edecek modeller geliştirilebilir. Sağlıklı, lezzetli ve aynı zamanda çevreci bir yaklaşımla, gıda sektörünü baştan aşağı değiştirebilecek jenerik fikirler üretilebilir.
Mesele sadece seçtiğimiz alanın ihtiyaçlarını iyi gözlemleyip, doğru çözümü bulmakta. Teknolojiyi de işin içine dahil edebiliriz elbette, ama odak noktası insan ihtiyaçlarını ve toplumsal faydayı gidermeye yönelik olmalı. İnovasyon illa son teknolojik gelişmelere bağlı kalmak zorunda değil. Hayatın her alanında karşılaştığımız sorunlara yaratıcı çözümler bulabiliriz.
Kafa yorun, düşünün, bir kağıda not edin fikirlerinizi. Belki de bir sonraki dev veriyi yaratan, dünyaya yeni bir soluk getirecek girişimi siz başlatacaksınız! Keşfedilmemiş bir sürü potansiyel alanın kapılarını açacak anahtar sizin elinizde. Teknolojiyi bir kenara bırakın ve hayatın olağan akışına, insanların gerçek ihtiyaçlarına kulak verin. Öyle ya, her şey bir fikir ile başlamıyor mu?
İşte size bir uyarıcı olsun bu satırlar. Belki de bir yerlerde sıkışıp kalmış o muazzam fikirlerinizi harekete geçirir. Bol şanslar ve bol fikirler olsun hepinize! Haydi, düşünmeye ve girişimci ruhu keşfetmeye başlayın!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Vücudunuzu iyi tanıyor musunuz? Değerini biliyor musunuz onun?

Vücudumuzda pek çok organ vardır. Kalp, ciğer, böbrek v.s. Hepsi de önemli ve değerlidir. Özde bu organların hepsi et parçası olsa da hepsinin ayrı bir değeri vardır. Bu organların kimine irademiz ile yön verebilir, kimisine de veremeyiz.Tıpkı bir şirketin yönetim birimleri gibi. Her birim doğru çalıştığında şirkete yarar sağlayan bir organdır. Ama doğru çalıştığında! Dil de irademizle yön verebildiğimiz bir organdır. Nedir Dil? Bir et parçası. Dil’i kullanmak ise beyin ve akıl ister. Beyin de bir et parçasıdır aslında. Onu kullanma yeteneğine ise akıl denir. Dil ve dilin önemi ile ilgili pek çok atasözü ve deyim vardır Türkçe’de. "Dil mi güzel, dilber mi güzel?", “Dil’in kemiği yoktur.” v.s. Toplum olarak dilimizi doğru ve güzel kullanma konusunda çok kötüyüz. Doğru ve temiz Türkçe konuşma konusunda tam bir felaket olduğumuz bir gerçek. Özellikle 80’li yıllarda artan dezenformasyon günümüzde Nirvana’ya ulaştı. Bırakın temiz Türkçe konuşmayı, Türkçe konuşmayı beceremez olduk. Dilimizden, edebiyattan, zerafetten çok uzağız.Bir de işin öteki boyutu var. Güzel konuşmak. Düşünerek konuşmak. Lafını tartarak konuşmak.Bu konuda da felaketiz toplum olarak. Günlük yaşamın içinde sıkça görüyor bu. Sevgisizliğimiz konuşmamıza yansıyor. Şirketlerde de bu olay çokça var. Yöneticilerin çalışanlarla konuşurken kullandıkları dil çok önemli. Her çalışan faklı bir kültürdür çünkü. Yanlış kullanılan dil çalışanının psikolojisini ve verimliliğini olumsuz olarak etkileyebilir. Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyetin 100. yılı şerefine piyanist ve besteci Fazıl Say tarafından bir marş yazıldı. 100. Yıl Marşı. Elbette ki bu eseri beğenen de beğenmeyen de oldu. Bu çok normal. Ama ortada bir gerçek vardı. Emek. Bu eserin yazımı için saatlerce, günlerce çalışıldı. Düşünüldü. Orkestra ve koro provaları yapıldı. Kayıt yapıldı. Her biri ayrı bir emekti. Ne yazık ki özellikle sosyal medyada bu eseri kötü bir dille eleştiren çok oldu. Düşünelim şimdi. Toplumumuzun en büyük eksikliklerinden biri nedir? Sevgisizlik. Bir insanı, dünya görüşünü, davranışlarını sevmeyebilirsiniz. Sevmek zorunda da değilsiniz. Ortaya koyduğu eseri de beğenmeyebilirsiniz. Bu çok normal. Peki emeğe saygısızlık nedir? Bu ülke en çok emeğe saygısızlıktan kaybetmiyor mu yıllardır? Çocuğunuz yıllarca üniversite okudu, yüksek lisans, master, doktora yaptı ama işsiz. Alanınızda uzmansınız, yurt dışı tecrübeniz var, çift yabancı diliniz var, ama iki kelimeyi yan yanagetiremeyen adam müdür. Tıp literatürüne geçmiş buluşlarınız, ameliyatlarınız var ama kendi ülkenizde ikinci sınıf vatandaş durumundasınız. Bunlar emeğe saygısızlık değil mi? Sevin birbirinizi. Saygı gösterin emeğe. Size yapılmasını istemediğiniz şeyi başkasına yapmayın. Güzel şeyler söylesin diliniz. Sevgisizlik en kötü şeydir.

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.