Departmanlar arası iletişimsizliğin, Görünmeyen maliyetin anatomisi

Tarih

Departmanlar arası iletişim kopuklukları, işletmenin arka planda büyüyen ve fark edilmesi en zor olan maliyet kalemidir. İşletmelerde sıkça rastlanan ama çoğu zaman adı bile konmayan bu problem, rakamlarla ifade edilemediği sürece gerçek bir sorun olarak görülmez. Ancak görmezden gelinen bu iletişimsizlik sadece süreçleri aksatmakla kalmaz, zamanla gizli maliyetler doğurur: Tekrarlanan işler, geciken kararlar, kaçan fırsatlar… Bunların hiçbiri mali tablolarda “iletişim sorunu” olarak görünmez, ama etkisi doğrudan kârlılığa yansır.
Birçok yönetici bu tür problemleri “kişisel anlaşmazlık” olarak değerlendirir. “İnsanlar birbiriyle anlaşamıyor, geçici bir durum” diyerek geçiştirilir. Oysa ortadaki sorun, bireysel değil yapısaldır. Kurum içindeki iletişim kültürü zayıfsa, kişiler değil sistem işlemiyor demektir. Bu noktada yönetimin görevi, taraf tutmak ya da durumu kişiselleştirmek değil, iletişim zeminini kurmak ve sürdürülebilir hale getirmektir.
İletişim Eksikliği Sadece Süreçleri Değil, İnsanları da Tüketir
İletişimsizlik yalnızca iş süreçlerini değil, insanları da yorar. Departmanlar arasında yaşanan “biz–onlar” ayrımı, ekipler arasında güvensizlik yaratır. Bilgi paylaşımı azalır, iş birliği kültürü zayıflar, insanlar sadece kendi sorumluluk alanına odaklanır. Bu da kurumda bütünsel düşünme kabiliyetini zedeler. Kimse bütüne bakmaz, herkes yalnızca kendi çarkını döndürmeye çalışır. Oysa organizasyon dediğimiz şey, bir makine gibi çalışan ve parçaları arasında senkronizasyon olan bir sistemdir. Bu senkron kaybolduğunda, makine çalışmaya devam ediyor gibi görünür ama aslında içten içe verim kaybı yaşar.
İletişim kopukluklarının en yıpratıcı etkilerinden biri de çalışan motivasyonuna verdiği zarardır. Bu hataların sürekli tekrarlanması, süreci sorgulayan ve çözüm üretmeye çalışan çalışanlarda bir yılgınlık yaratır. Yönetimden somut bir aksiyon gelmediğinde, başlangıçta çözüm arayan kişiler bile bir süre sonra mücadeleyi bırakır ve işleri “olduğu kadar” mantığıyla yürütmeye başlar. Bu da kurumdaki kalite algısını, inisiyatif kültürünü ve çalışan bağlılığını zedeler.
Motivasyonun düşmesi ve çözüm arayışının azalmasıyla, süreci yönetmeye çalışan kişi veya departmanların sahneden çekilmesi işleri daha da karmaşıklaştırır. İletişim kopukluklarının yol açtığı sorunlar yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlar. Ekip içinde veya yönetim raporlarında, farklı departmanlardan aynı konuya ilişkin birbirinden farklı veriler gelmeye başlar. Aynı başlık altında sunulan üç ayrı rapordaki farklı sayılar, yöneticiler için kafa karıştırıcı hale gelir.
Elbette kurum içerisinde “Bu veri neden tekrar girildi?”, “Neden tutarsız sonuçlar var?” gibi sorular sorulur. Ancak bu sorular genellikle bireylere yöneltilir, yani sorun sistemsel değil, kişisel bir hata gibi ele alınır. Asıl neden olan koordinasyon eksikliği ise göz ardı edilir. Küçük gibi görünen bu tekrarlar fark edilmeden kronikleşir ve zamanla işletmeye ciddi bir gizli maliyet olarak geri döner.
Bu kopuklukların en dikkat çekici etkilerinden biri de karar alma süreçlerinde yaşanır. Bilginin doğru zamanda doğru kişiye ulaşmaması, yöneticilerin eksik ya da geç karar almasına neden olur. Bu da maliyeti doğrudan etkileyen bir durumdur. Kaçırılan fırsatlar, geç başlayan projeler, yanlış yapılan tahminler hep bu zincirin bir parçasıdır.
Tüm bu sorunların işletmeye yansımaları, yalnızca operasyonel değil, aynı zamanda finansal açıdan da ciddi sonuçlar doğurur. İletişim eksikliği genellikle soyut bir problem gibi algılansa da zamanla somut kayıplara neden olur. Üstelik bu kayıplar, mali tablolarda doğrudan görünmez. Ne ‘departmanlar birbirine geç haber verdi’ diye bir gider kalemi vardır, ne de ‘birimler birbirini anlamadı’ diye bir zarar satırı. Ancak bu görünmez sorun, zamanla ciddi finansal kayıplara dönüşür. Gereksiz iş gücü kullanımı, müşteri memnuniyetsizliği, hatalı raporlamalar, verimsiz toplantılar, motivasyonu düşen çalışanlar… Bunların her biri ayrı ayrı küçük gibi görünse de toplamda büyük bir maliyet yükü oluşturur
İşin belki de en tehlikeli boyutu, bu durumun “alışılmış” hale gelmesidir. Kurumlar, iletişimsizliği normalleştirdikçe çözüm üretme refleksini kaybeder. Herkes şikâyet eder ama kimse sorumluluk almaz. Süreçler kişilere bağlı hale gelir, sistemsizlik kronikleşir. “Ben bilmem müdürüm bilir”, “bizden istenmedi ki” gibi cümleler yaygınlaştıkça, inisiyatif alma kültürü ortadan kalkar. Sonuç olarak işletme, hızlı karar alan, iş birliği içinde çalışan dinamik bir yapı olmaktan uzaklaşır.
PEKİ, NE YAPILABİLİR?
Öncelikle kurum içi iletişim, yalnızca sohbeti artırmak ya da daha fazla toplantı yapmak olarak görülmemelidir. Etkin iletişim; sorumlulukların net tanımlandığı, bilgilerin açık ve şeffaf aktarıldığı, tüm birimlerin ortak hedefe hizalandığı bir yapı gerektirir. Her departman yalnızca kendi işini değil, diğer birimlerin süreçlerini de anlayabilecek bir perspektife sahip olmalıdır.
Bu bağlamda, eksik bilgisi olan çalışanlara yönelik düzenli eğitim programları düzenlenmeli, bilgi boşlukları sistemli şekilde kapatılmalıdır. Ayrıca, iletişim süreçlerinin başarısı da ölçülmeli, geri bildirim mekanizmaları oluşturulmalıdır.
Modern teknolojilerden yararlanmak da bu sürecin vazgeçilmez parçasıdır. Ortak platformlar, entegre ERP sistemleri, dijital raporlama ve veri paylaşım araçları, veri uyumsuzluklarını minimize ederek daha hızlı ve doğru bilgi akışı sağlar. Bu sistemlerin doğru kurulması kadar, kurum kültürüne entegrasyonu da önemlidir.
Unutulmamalıdır ki iletişim sorununun çözümü sadece teknik değil, kültürel bir dönüşüm gerektirir. Güvene dayalı, açık ve sistemli bir iletişim kültürü; yalnızca süreçleri değil, çalışanları da güçlendirir. Bu dönüşümde yönetimin rolü kritiktir. Liderler hem bu yapının kurulmasını desteklemeli hem de kendi davranışlarıyla örnek olmalıdır.
Tıpkı bir orkestrada olduğu gibi…
Her enstrüman kendi başına mükemmel olabilir, ama ortak bir ritim ve şefin koordinasyonu yoksa ortaya çıkan ses ahenk değil, kakofoni olur. Kurumlar da aynen böyledir: Her departman, her birey kendi işini ne kadar iyi yaparsa yapsın, ortak hedefe yönelmiş bir senkronizasyon yoksa verimlilik sağlanamaz. Etkin kurum içi iletişim, bu orkestranın notalarını uyumla çalmasını sağlayan görünmez ama vazgeçilmez köprüdür.

  1. Tebrikler Olcay hanım çokk güzel bi konuya değinmişsiniz.. Ama ne yazık ki halen bu süreçler çalışmalar günümüzde oldukça yaygın.. Örnek Eşim Tekstil Üretim müdürü Pazarlama Satış Müşteri Temsilcileri ile ciddi sorun yaşamaktadır.. Çünkü herkes elini gerektiği kadar taşın altına ne yazık ki koymamakta.. gerekli takip kontrol akış ve süreç yönetimi yapılmamaktadır.. sadece oturdukları yerden saha da koşturan kişilere sürekli mail bombardımana tutmak değildir oysaki ama sahalara inip süreç ilerleyişini daha omuz omuza takip edilse Üretim zaman termin süreçler daha kolay ve motiveli şekilde ilerler oysaki.. Tüm bu anlattığınız süreç ve prosesleri iş hayatında bilen biri olmama rağmen ne yqzıkki hakkıyla ,gönül vererek iş akışları yönetilmesi , sebebiyle maliyetler zararlar departmanların sen ben demesinden kaynaklı Aslında günün sonunda Şirket kurum yöneticilerin zarar etmesine sebebiyet vermektedir..Sevgiler

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.

Müşteri sadakati mi, maliyet mi? İade süreçlerinin marka imajına etkisi

Alışveriş artık yalnızca ürün almak değil, markayla kurulan ilişkinin bir parçası. Bu ilişkinin en kritik aşaması ise iade süreci. Çünkü iade, bir markanın müşterisine gerçekten ne kadar değer verdiğini gösteren sınavdır. Müşteri açısından kolay ve destekleyici bir iade süreci, güven ve sadakat duygusunu pekiştirirken; markalar için bu süreç, kısa vadede maliyet yaratsa da uzun vadede güçlü bir imaj ve sadık müşteri kitlesi kazandırır. Zorlaştırılan iade politikaları ise kaliteyi gölgede bırakır, olumsuz deneyimler hızla yayılır. Dolayısıyla asıl mesele “maliyet mi, sadakat mi?” değil; “bugünü mü kurtaracağız, geleceğe mi yatırım yapacağız?” sorusudur. Çünkü markalar bilir ki güven, iade sürecinde kazanılır ve bir kez kaybedildiğinde hiçbir reklam bütçesiyle geri alınamaz.