Gerçekten rasyonel misiniz? Bir kez daha düşünün!

Tarih

Üniversite birinci sınıfta aldığımız Eco101 dersinde, ana akım iktisadi görüşüne göre bireyler rasyoneldir. Bu varsayıma göre bireyin tüm alternatifler ve onların fiyatları hakkında tam bilgi sahibi olduğu varsayılmaktadır. Birey fayda-maliyet analizi yaparak kendisine maksimum fayda sağlayan alternatifi seçer ve birey için en iyi olan toplum için de en iyi olana hizmet eder.
TDK’ya göre ise rasyonellik, aklın kurallarına uygun olan, anlaşılmaya uygun durumda olan, tutarlı, mantık çerçevelerine uygun anlamı taşır.
Peki siz, ne kadar rasyonel olduğunuzu düşünüyorsunuz? Buna karar vermenize yardımcı olmak için hemen bir kaç örnek vermek istiyorum. Üzerinde sağlığa zararlı, kullanmaya devam ederseniz ölürsünüz, bağımlılık yapar gibi ciddi uyarıcı ibareler bulunan bir ürünü, üzerine para vererek tüketmeye devam etmek ne kadar mantıklıdır? Doğru tahmin ettiniz, sigaradan bahsediyoruz. Hem Dünya’da hem de Türkiye’de ciddi bir tüketici kitlesi bulunan, sadece içene değil çevresine de zarar veren bir ürün kullanılmaya neden devam ediliyor! Şayet insanoğlu rasyonel ise bu duruma nasıl müsaade ediyor. İçenlere sorduğunuzda tek keyfim bu kaldı, beni rahatlatıyor, tiryakisi olmuşum bırakamıyorum gibi kendilerine göre rasyonel bana göre ise bahaneler üreterek sigara içmeye devam ediyorlar.
Bir fıkra ile ikinci örneğimize devam edelim. “Kayseriliye sormuşlar “2+2 kaç eder?” diye. Soruya soruyla cevap vermiş Kayserili “Alırken mi, satarken mi?” Gerçekten de bir mal sizinse biçtiğiniz değer farklı, almaya niyetlendiğinizde farklı olabilmektedir. Bir eviniz olduğunu ve satmak istediğinizi farz edelim. Siz eve 5 milyon tl. değer biçerken alıcı aynı eve 4 milyon değer biçebilmektedir. Haliyle bu rakamların içinde pazarlık payları da vardır ancak sahip olunan mala biçilen değer o anki pazardaki reel değerinin üzerinde olmaktadır. Burada işin özü “Benim olan değerlidir.” bilinçaltı yüklemesidir. “Boşuna dememişler kuzguna yavrusu şahin gözükür” diye.
Üçüncü örneğimiz yatırımcı sayısı 8,5 milyonu geçen (Bist) borsamızdan geliyor. Ucundan kıyısından Borsa ile ilgilendiyseniz, muazzam bir tempo, enerji ve adrenalin içerdiğini bizzat yaşamışsınızdır. Bir hisse aldıysanız, okuduğunuz haberlerde, yaptığınız sohbetlerde hep o hissenin yükselişiyle ilgili konular dikkatinizi çeker ve olması gereken fiyatının sizin aldığınız fiyatın çok daha üzerinde olduğunu düşünürsünüz. Almayı planladığınız bir hisse var ise fiyatının biraz daha düşmesini, daha uygun şartlarla almayı planlarsınız. Oysa temel ve teknik analizi görmezden gelmek, günlük işlem yapıyorsanız ekran hipnozuna yakalanarak anlık işlemler yapmak size ciddi zararlara uğratabilir. Borsada kendini çok akıllı sananlar en çok para kaybedenler arasındadır. Çünkü karşı tarafta belirli “patern” kalıplara göre inip çıktığını size inandıran, sonrasında ise beklenmedik anomaliler ile paranızı alan tecrübeli balıkçılar vardır. Bir hisse 10tl. den 30 tl.ye çıkıp 20 tl.ye indiğinde, bu hisse ucuz mudur, yoksa pahalı mı? İlk fiyata göre pahalı, ikinci fiyata göre ise ucuz olan hisse artık ışığa uçan taze borsacılar için iştah açan bir tuzak olacaktır.
Davranışsal iktisat, ana akım iktisadi geleneğin aksine, rasyonelliğin genel bir açıklayıcı değil, bir istisna olduğunu öne sürer. Kısıtlı seçenekler, zihinsel ya da fiziksel yetenekler ya da sahip olunan bilginin sınırlı olması ve sezgisel eğilimler; bireyin rasyonel olmayan kararlar almasına neden olmaktadır.
Bireyler, çevresi ya da duygularının onu yönlendirmesine izin verir. Bireyin bu “akıldışılıkları” üzerinden çeşitli pazarlama stratejileri geliştirilmiştir. Simon, sınırlı rasyonellik iddiasını ortaya atmış ve iktisadi aktörlerin karar verirken en iyiye değil kendilerini tatmin eden, yeterince iyi alternatife odaklanmasının, kısıtlar dünyasında yaşayan bireyin davranışları için daha uygun olduğunu ileri sürmüştür. Beynimiz karar verirken hep karşılaştırmalar yaparak karar verir. Bu nedenle indirimli ürünler ilk fiyatlarına göre ucuz oldukları için tercih edilir. Belki de ucuz değiller ama ne çare.
Size “Tuzak ürün” kavramından bahsetmek istiyorum. Sinemalarda en karlı ürün patlamış mısırdır.
Bir sinemada iki boy patlamış mısır satılmaktadır. Fiyatları küçük paket 20 ve büyük olan 50 tl.dir. Bu durumda her satılan on paketten 8 tanesi küçük, 2’si ise büyük pakettir. Toplam ciro ise 210 tl. olmaktadır. Oyuna fiyatı 40 tl. olan orta boy üçüncü bir alternatif eklendiğinde tercihler ciddi bir şekilde değişmiştir. Satılan 10 paketten 3 tanesi küçük, 1 tanesi orta ve 6 tanesi ise büyük paket olmuştur. 10 paket için toplam ciro ise 210 tl. den 400 tl.ye çıkmıştır. Sadece 1 paket satılan ürüne tuzak ürün adı verilir ve tüketicinin küçük ile büyük boy karşılaştırması, orta boy ile büyük karşılaştırmasına evrilir. 10 tl.daha fazla ödeyerek çok daha fazla mısır alma güdüsü tercihlere yansımış ve tüketici oltaya gelmiştir.
Özetle, rasyonelliğimizi, duygusal kararlar(korku&açgözlülük), irrasyonel alışkanlıklar(sigara v.s.), sürü psikolojisi, anlık tepkiler, stress veya acil durumlar etkilemektedir.
Gerçekten rasyonel misiniz? Bir kez daha düşünün!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.

Müşteri sadakati mi, maliyet mi? İade süreçlerinin marka imajına etkisi

Alışveriş artık yalnızca ürün almak değil, markayla kurulan ilişkinin bir parçası. Bu ilişkinin en kritik aşaması ise iade süreci. Çünkü iade, bir markanın müşterisine gerçekten ne kadar değer verdiğini gösteren sınavdır. Müşteri açısından kolay ve destekleyici bir iade süreci, güven ve sadakat duygusunu pekiştirirken; markalar için bu süreç, kısa vadede maliyet yaratsa da uzun vadede güçlü bir imaj ve sadık müşteri kitlesi kazandırır. Zorlaştırılan iade politikaları ise kaliteyi gölgede bırakır, olumsuz deneyimler hızla yayılır. Dolayısıyla asıl mesele “maliyet mi, sadakat mi?” değil; “bugünü mü kurtaracağız, geleceğe mi yatırım yapacağız?” sorusudur. Çünkü markalar bilir ki güven, iade sürecinde kazanılır ve bir kez kaybedildiğinde hiçbir reklam bütçesiyle geri alınamaz.