Kopernik, Galileo, Kepler ve Newton’un Bilimsel devrimlere katkısı

Tarih

Yaşamın başlamasıyla birlikte insanlık, yeteneklerini kullanarak bir yandan yaşam koşullarını kolaylaştırmaya çalışırken, bir yandan da korku ve dehşetle izledikleri göksel olaylara anlam vermeye çalışmış, oradan gelmekte olan iyi ve kötü olaylara karşı hazırlıklı olmaya çalışmıştır. 2,5 milyar yıl önce ortaya çıkmış olduğu düşünülen ilk insan Homo Habilis, yetenekli insan diye tanımlanmıştır. Bu yeteneğin bilimsel devrimi başlatmış olup olamayacağını sorgulamak gerekiyor. Dönemin koşullarında olaylara çare bulmaya çalışmanın nasıl bir beceri gerektirdiği ortadadır. Bir başka büyük yetenek de yaptığı aletlerle ünlenmiş olan Homo Neandertalis’dir. Bilimsel devrimler, insanlığın bilgi üretmesi ile başlayan ve yaşam sürecindede köklü değişiklikler yaratan dönemlerdir.
Bilimsel devrimin başlangıcı olarak farklı tarihler verilse de “ilk insanlık çağı” olan MÖ 2.5 milyon – MÖ 3000 yıllarıdır. MÖ. 10000 yıllarında başlayan yerleşik düzene geçiş ve tarım devri önemli bir aşamadır. MÖ. 3000 yıllarında Sümerler’in yazıyı bulması ile başlayan antik dönem uygarlığa atılan çok büyük bir adım olmuştur. Konumuz olan modern bilimsel devrimlerin başlangıcı olarak 1543 Kopernik’in Heliosentrik teorisi, 1609 Galileo’nun teleskopla yaptığı gözlemler, 1619 Kepler’in gezegenlerin hareket yasaları, 1687 Newton’un, kısa adı “Principia” olan, eserinin yayınlanması gibi tarihler verilmektedir. Bugünkü yazımda modern bilimsel devrimleri irdelemeye çalışırken, devrimlerin durmadığını, hatta büyük bir ivme ile hızlandığını yaşayarak gördüğümüzü vurgulamaya çalışacağım.
Kopernik, Kepler ve Galile söz konusu olunca kısaca astronomi tarihine de göz atmak gerekir. Astronomi insanlık tarihinİn en eski bilimlerindendir, antik dönem öncesinden başlayarak Mezopotamya, Mısır, Hint, Çin ve Orta Amerika uygarlıklarında gözlemler yapılmaktaydı. Almanya’da bulunan 32 000 yıllık Löwenmensch (aslan adam) heykelinin ayın evrelerini düşündüren figürlerden oluştuğu görülmektedir. Antik çağın İlk astronomi gözlemlerini yapan Sümerliler ve Babilliler, MÖ 3000-500 yıllarında, tapınak amaçlı yapılmış olan Ziguratları, gökyüzünü gözlemlemek için de kullanılmışlardır. Gezegenlerin hareketleri tahmin edilmiş, matematiksel hesaplamalar yapılmış, astronomik olaylar kaydedilmiştir. İlk “ay takvimi” geliştirilmiş, güneş ve ay tutulmaları öngörülmeye başlanmış, gezegenlerin periyodik hareketleri hesaplanmıştır. Antik Mısırlılar, 365 günlük ve üç mevsime bölünmüş bir takvim yapmışlar, taşkın, ekme ve hasat mevsimi adlarını vermişlerdir. Sirius yıldızlarının döngüsü ile yılın başlangıcını belirlemişlerdir. Hintliler gezegenlerin hareketlerini incelemiş, ay ve güneş tutulmalarını açıklamışlar, trigonometri ve matematiksel astronominin gelişmesine katkı sağlamışlardır. Çinliler Halley kuyruklu yldızının ilk gözlemlerini yapmışlardır. Orta Amerika’da Maya takvimi geliştirmiş, Venüs’ün döngüleri hesaplanmış, gözlemsel verileri toplayarak modern astronomiye temel oluşturulmuştur. Gökbilimsel ölçüm teknikleri gölge uzunluğu, yıldız hizalamaları, su saatleri ile yapılmış, yıldız katalogları oluşturmuşlardır.
İnsanlığın hazinesine emanet edilmiş olan bu tarihi ve değerli bilgilerin kısa özetinde görüldüğü gibi, bu dönemlerin eylemlerinin her biri bilimsel devrim niteliğindedir, ancak konumuz modern bilimsel devrimler olduğu için, kilisenin kararttığı ortaçağı atlayıp, modern bilgi çağına geçmek istiyorum. Bu çağın çok önemli bilim insanı olan Isaac Newton’u gelecek yönetim gazetemizin in 22. ci sayısında, “Newton ve Einstein karşılaştırması” konulu yazımda irdelediğim için burada tekrar etmeyeceğim.
Nicolaus Copernicus (1473-1543) de yaşamış Polonyalı gökbilimci, matematikçi, hukukçu, tıp ve din adamı, “Astronomi alanında tüm eski bilgi ve gözlemleri inceledikten sonra bu konuda çalışmalarıma başladım” demiştir. Geliştirdiği güneş merkezli (Heliosentrik) evren modeli lie modern astronominin temelini atmıştır. Güneş merkezli model etimolojik olarak Helios adlı, ışığı ve hayatı sağlayan, dünyayı aydınlatan Yunan Tanrısından alıntıdır; her gün doğudan doğmakta, altın arabayla yolculuk yaparak batıda yeraltına inmektedir. Kopernik heliosentrik modeli oluştururken Aristoteles’in, kilise tarafından kabul görmüş olan, İskenderiye’li, Yunan asıllı, Romalı astronom, matematikçi ve coğrafyacı Ptolemaios’un (MS.90-170) sahiplendiği, dünya merkezli (Geosentrik) evren sistemine karşı çıkarak, çok büyük devrim yapmıştır. Bu buluşunu ölümüne yakın yazdığı kitabında açıkladığından kilisenin tepkisini görememiştir. Galileo Galilei, doğruluğunu kendi yaptığı iki mercekli ilkel teleskop ile kanıtlayıp yayınlayarak, kilisenin tepkisini çekmiştir. Kopernik’in güneş merkezli modeline göre güneş evrenin merkezinde yer alır ve dünya dahil tüm gezegenler güneşin etrafında daire şeklindeki yörüngelerde dönerler. Ayrıca dünya kendi ekseni etrafında, ay dünyanın etrafında döner. Mevsimler dünyanın eksen eğikliği nedeniyle meydana gelmektedir.
Bu model, kilise doktrini olan, dünyanın merkezde olduğu Geosentrik modeli desteklemediği için, Papalığın düşüncesine meydan okuma olarak algılanmıştır. Kilise, Kopernik’in modelini reddetmiş, kitabını uzun yıllar boyunca yasaklamıştır. Buna karşın Kopernik’in fikirleri, Avrupa’da bilimsel devrim sürecini başlatan buluş olarak değerlendirilmiştir. Kopernik’in Heliosentrik modeli, Galileo Galilei, Johannes Kepler ve Isaac Newton gibi bilim insanlarını etkilemiş, Newton’un yerçekimi yasasını geliştirmesinde büyük etkisi olmuştur.
Johannes Kepler (1571-1630) Almanya’da doğmuş, Galileo ile aynı yıllarda yaşamış, Tübingen Üniversitesi’nde matematik, astronomi ve teoloji eğitimi almıştır. Kopernik’in güneş merkezli sistemini geliştirmiş, gezegenlerin hareketine dair üç temel yasayı ortaya koymuştur. Astronomi tarihinde devrim yaratmış olan Kepler yasalarına göre gezegenlerin yörüngeleri elips şeklindedir, güneş elipsin odak noktalarından birinde bulunur, “Eşit Alanlar Yasası” ile bir gezegen Güneş’e yaklaştığında daha hızlı, uzaklaştığında daha yavaş hareket eder. “Dönem – oran yasası” na göre gezegen güneşe ne kadar uzaksa yörünge turu o kadar yavaş, ne kadar yakınsa o kadar hızlı gerçekleşir. Kepler, Galileo’nun teleskop çalışmalarına katkıda bulunarak Kepler teleskopunu geliştirmiş, “Kepler Süpernovası”nı gözlemlemiş, Kopernik’in güneş merkezli modelini matematiksel olarak ispatlamıştır. Modern gök mekaniğinin temellerini atmış, bu da Isaac Newton’un evrensel çekim yasasına temel olmuştur. Johannes Kepler’in 1609 ve 1619 yıllarında yayınlan “Astronomia Nova” ve ”Harmonices Mundi” adlı önemli eserleri vardır.

Galileo Galilei 1564-1642 yıllarında yaşamıştır, Pisa doğumludur. Deneysel yöntemin öncüsü, astronomi gözlemlerinin devrimcisi ve mekanik yasalarının kurucusu olarak modern fiziğin ve astronominin öncülerinden, modern bilimin temellerini atan önemli bilim insanlarındandır. Pisa’da başladığı Tıp eğitimini kısa süre sonra bırakarak matematik eğitimi için Padova’ya gitmiştir. Matematik ve fiziği birleştirerek doğa olaylarına yeni bir bakış geliştirmiş, Kopernik’in Güneş merkezli evren modelini savunmuş, bu nedenle Papalık ile çatışmıştır. Galileo, deney ve gözleme dayalı bilimsel yöntemin öncülerinden, modern fiziğin ve astronominin kurucularından olarak kabul edilir. 17. yy’da yüzyılda Avrupa’da kilisenin desteklediği Skolastik düşünce Aristoteles’in dünya merkezli evren modelini benimsemişti. Galileo’nun Kopernikçi görüşleri, Kilise’nin otoritesine tehdit olarak görüldü.1616’da görüşleri yasaklandı, 1633’te Engizisyon Mahkemesi tarafından yargılandı ve ömür boyu ev hapsine mahkûm edildi. Galileo Aristoteles’in hareket yasalarına da meydan okuyarak, ivmenin kütleden bağımsız olduğunu gösterdi, serbest düşme yasasını keşfetti, eylemsizlik yasasını geliştirdi. Gözlem, hipotez, deney ve matematiği kullanarak modern bilimsel yöntemi şekillendirmiş, mühendislik ve mekanik alanında çığır açmıştır. Galileo, kendi geliştirdiği iki mercekli teleskop gözlemleri ile ay yüzeyinin pürüzlü olduğunu, Jüpiter’in dört büyük uydusunu (Io, Europa, Ganymede, Callisto) keşfetti. Venüs’ün evrelerini gözlemleyerek güneş merkezli modeli destekledi, Samanyolu’nun milyonlarca yıldızdan oluştuğunu gösterdi.
1633’te Galileo Engizisyon tarafından yargılanarak, ömür boyu ev hapsi ile cezalandırıldı, kitabı yasaklandı. Suçlamalar karşısında Heliosentrik modelin yalnızca matematiksel bir model olduğunu söyleyerek geri adım atmış gibi görünmüş olsa da, hemen sonra “Yine de dönüyor” (Eppur si muove) dediği söylenir.
Ev hapsi ile cezalandırılması onu tarihsel bir kahraman yapmış, dini dogmalara karşı bilimin savunulmasının önemli bir simgesi olmuştur. Bu olay din ve bilim arasındaki ilişkileri derinden etkileyen tarihi bir olaydır. Galile’nin yargılanması, bilimsel düşünceye karşı bir saldırıydı ve bilimsel düşüncenin engellenmeye çalışıldığı bir dönemin yansıması olmuştur; bilimin baskılara rağmen önemini ve gücünü, gerçeği ortaya koyma mücadelesinin değerini göstermektedir. Bilim insanlarının özgürce düşünmelerinin önemi vurgulanmıştır. Galile’nin bilimsel çalışmalarının kültürel etkileri, dini ve kültürel yapılarla büyük bir çatışmaya yol açmıştır. Sonunda bilimsel düşünce dogmalara karşı zafer kazanmış, aklın özgürlüğünü savunma mücadelesi başlamış, Galile’nin mirasının kültürel ve felsefi önemi perçinlenmiştir. Galile, bilgilerin tartışıldığı ve paylaşıldığı bilimsel toplulukların oluşmasını önererek “AKADEMİ ANLAYIŞINI” yaratmış, tarafsız bilimin gelişmesinin önünü açmıştır.
Nicolaus Copernicus, Johannes Kepler ve Galileo Galilei modern astronominin temellerini atan üç büyük bilim insanıdır. Kopernik, Güneş merkezli evren modelini ortaya koymuş, Galileo bu modeli gözlemsel kanıtlarla desteklemiş, Kepler ise matematiksel yasalarla bu modeli doğrulamış, birlikte Kilise doktrinine meydan okumuşlardır. Modern bilimsel devrimim öncüsü olarak Kopernik görülse de bu üç bilim insanı, modern astronomi ve fizik biliminin gelişiminde kritik roller oynayarak, evren anlayışımızı köklü bir şekilde değiştirmiştir. Modern bilim anlayışı ve yöntemleri Kopernik ile başlamış, Kepler ve Galileo ile sürmüş, Newton ile hızlanmış, günümüzde hala sürmektedir.
“1992 yılında Papa II. John Paul, Heliosentrik modelin, keşfinden 380 yıl sonra, doğru kabul edildiğini duyurarak, Galileo’nun bilimsel mirasını onurlandırmıştır.
Vatikan, bilim ile inanç arasında daha uyumlu bir ilişki çağrısında bulunmuştur.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.

Müşteri sadakati mi, maliyet mi? İade süreçlerinin marka imajına etkisi

Alışveriş artık yalnızca ürün almak değil, markayla kurulan ilişkinin bir parçası. Bu ilişkinin en kritik aşaması ise iade süreci. Çünkü iade, bir markanın müşterisine gerçekten ne kadar değer verdiğini gösteren sınavdır. Müşteri açısından kolay ve destekleyici bir iade süreci, güven ve sadakat duygusunu pekiştirirken; markalar için bu süreç, kısa vadede maliyet yaratsa da uzun vadede güçlü bir imaj ve sadık müşteri kitlesi kazandırır. Zorlaştırılan iade politikaları ise kaliteyi gölgede bırakır, olumsuz deneyimler hızla yayılır. Dolayısıyla asıl mesele “maliyet mi, sadakat mi?” değil; “bugünü mü kurtaracağız, geleceğe mi yatırım yapacağız?” sorusudur. Çünkü markalar bilir ki güven, iade sürecinde kazanılır ve bir kez kaybedildiğinde hiçbir reklam bütçesiyle geri alınamaz.