Küllerinden Doğmak

Tarih

Küllerinden Doğmak” metaforu, yokoluştan sonra yeniden doğuş anlamına gelir. Yaşamın çeşitli dönemlerinde karşılaşılan kayıplar, başarısızlıklar veya travmatik olaylar yıkımı da beraberinde getirir, bunları aşabilmek için hayat tarzında yapılacak değişikliklerle yaşama gücünün artırılarak sürdürülmesi, yeniden doğuş sürecine benzetilir.
Yunan mitolojisinin yeniden doğuş ve ölümsüzlük sembolü Phoenix kuşu ömrünün sonunda kendisini yakar ve küllerinden yeniden doğar, bunu dönemsel olarak yineler. Çin mitolojisinde Fenghuang, İran mitolojisinde Simurg, Mısır ve Arap mitolojilerinde Anka kuşu, Hindu ve Budizm’ de Garuda, Kızılderili mitolojilerinde Thunderbird, Phoenix benzeri efsanelerin kahramanlarıdır.
Yeniden doğuş, koruyuculuk, güç, ölümsüzlük ve reenkarnasyon gibi evrensel kavramlarla insanlar umut arayışlarını bu mitolojik figürlerle sembolize etmişlerdir.
Ülkemizde yıllardır “KADER” olarak adlandırılan büyük doğal felaketler herseyi “KÜL” etmektedir; deprem, sel ve su taşkınları, kar ve çığ, toprak kayması, kasırgalar, kuraklık, salgınlar, orman yangınları gibi olaylar akıllıca alınacak önlemlerle daha küçük zararlarla atlatılabilecekken faciaya dönmektedirler.
Savaşlar, Homo Sapiens’ ten de önce insanlığı yok etmeye başlamış, 21. YY. uygarlığı bile insanlığın kül olmasını engelleyememiştir, artık diriliş Phoenix’ in yeniden doğuşu kadar kolay olamamaktadır. Son 500 yılda dünyada 200 milyondan fazla insanın savaşlarda öldüğü düşünülmektedir. Gezegenimiz acımasızca atom denemeleri, hatta atom savaşları yaşamıştır, suçlular bilinmektedir, ancak çaresizlik içinde yalnızca yeniden doğuş için emek ve servet tüketilmektedir. Japonlar, kamikazeler ile savaşa girip, Pearl Harbour saldırısını yapmamış olsalardı büyük olasılıkla Nagazaki ve Hiroşima’ nın küllerinden doğması gerekmeyecekti. Bu olayın neden mi ? Yoksa sonuç mu olduğu bellidir, tehlike sürmektedir. Tarih boyunca ülkelerin yıkılmasından Almanya da nasibini almıştır. Küllerinden doğmak metaforu pek çok ülkede olduğu gibi bu ülkede de gerçek olmuş ve insanlar yıkımın küllerinden fabrika artıklarını toplayarak ülkelerini yeniden canlandırmışlardır. Audi fabrikalarının kuruluş serüveni bu durumu güzel anlatmaktadır.
İkinci dünya savaşının bitiminden 22 yıl sonra, 1967 yılında gittiğim Almanya ve İngiltere’ de savaşın fiziksel izinin kalmamış olduğuna tanık oldum, ancak savaş kayıplarının psikolojik izleri resim panoları ile köylerdeki lokallerde canlı tutulmaktaydı.
Doğal zekanın engel olamadığı savaşlara gelecekte yapay zekanın engel olup olamayacağını insanlık görecektir. Bu konudaki görüşümün çok olumlu olmadığını belirtmek isterim.
Terör olayları ve nükleer kazalar, endüstriyel kazalar, trafik kazaları, tren, uçak ve deniz kazalarından kurtulmak, hatta Titanikten kurtulmak, uzay kazaları, çevre felaketi boyutunda gaz sızıntıları, maden kazaları, yangınlar da bambaşka bir yaşamın başlangıcını kaçınılmaz kılacak olaylardır. Yaşadığımız Pandemi de büyük felakettir, başlangıçtan itibaren ilgililer sürece şeffaf ve dikkatli yaklaşmış olsalardı kuşkusuz kayıplarımız bu büyüklükte olmazdı. Felaketlerin büyük bir kısmı önlenebilir olgulardır ve ne yazık ki özensizlik, gizlilik ve bilgisizlik büyük zararların nedeni olmaktadır.
Doğal veya doğal olmayan felaketlerin sonucunda ortaya çıkan can kayıpları, uzuv kayıpları kolay katlanabilecek durumlar değildir. Engelli olarak yaşama tutunmak için gerçek anlamda küllerden doğmayı başarmak gerekir. Yeni dönem, kayıpların dayanılmaz acısına bağlı psikolojik ve psikiyatrik bozukluklar ile kendini gösterir. Bunun üstesinden profesyonel yardım ve sağaltım ile kısmen gelinebilmekte; meditasyon, yeni hobi ve alışkanlıklar, yeni eğitim, yeni iş ve çevre gibi değişimlerle yeni yaşama tutunmak biraz daha kolaylaşmaktadır. Zaman küllerden doğmaya başlama zamanıdır, pes etmek yoktur, umut bireyi ayakta tutan en önemli güçtür.
Dante “i̇lahi komedya” adlı eserinde cehennemden cennete yolculuğunu “küllerinden doğmak” olarak ifade eder, diğer bazı roman ve film karakterleri kendi içlerinde bir tür “küllerinden doğma” deneyimi yaşadıklarını anlatmaktadırlar.
Bireyler gibi toplumlar da yeniden doğuş süreçlerini yaşarlar, Cumhuri̇yeti̇n kuruluşu, iki Almanya’ nın yeniden birleşmesi ve benzeri olaylar yeni̇den doğuş örnekleridir.
“Hayatımın en zor dönemindeyken, kendi içimde küllerimden doğdum ve daha güçlü bir insan oldum” sloganı her düşüşün yeni bir başlangıç olduğunun ifadesidir. Uygarlık mitolojik varlıklar gibi küllerden doğmak yerine küle dönmemeyi öğreten bir bilim ve akıl çağı olmayı aşmış, daha iyi yaşamak için “başka zekalar“ kullanır hale gelmiştir. En büyük umut bunların iyi yönde kullanılmasıdır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.

Müşteri sadakati mi, maliyet mi? İade süreçlerinin marka imajına etkisi

Alışveriş artık yalnızca ürün almak değil, markayla kurulan ilişkinin bir parçası. Bu ilişkinin en kritik aşaması ise iade süreci. Çünkü iade, bir markanın müşterisine gerçekten ne kadar değer verdiğini gösteren sınavdır. Müşteri açısından kolay ve destekleyici bir iade süreci, güven ve sadakat duygusunu pekiştirirken; markalar için bu süreç, kısa vadede maliyet yaratsa da uzun vadede güçlü bir imaj ve sadık müşteri kitlesi kazandırır. Zorlaştırılan iade politikaları ise kaliteyi gölgede bırakır, olumsuz deneyimler hızla yayılır. Dolayısıyla asıl mesele “maliyet mi, sadakat mi?” değil; “bugünü mü kurtaracağız, geleceğe mi yatırım yapacağız?” sorusudur. Çünkü markalar bilir ki güven, iade sürecinde kazanılır ve bir kez kaybedildiğinde hiçbir reklam bütçesiyle geri alınamaz.