Zor Zamanlarda Liderlik ve Psikolojik Güvenlik

Tarih

INAN Zirvesi, iş dünyasında kapsayıcılığın nasıl hayata geçirilebileceğine dair fikirleri, deneyimleri ve etkili uygulamaları
bir araya getirmeyi amaçlayan bir oluşum. “Çünkü değişim, ancak ona inananlarla mümkün.” mottosuyla INAN Türkiye’nin
hazırladığı ve 13 Mayıs Salı günü gerçekleşen INAN Zirvesi’ne katıldım. Bu etkinlikte, yeni nesil liderlikten kültürel dönüşüme,
iş yerinde aidiyet duygusundan sistematik eşitsizliklerle mücadeleye kadar pek çok başlık, iş dünyasının öncü isimleri
tarafından ele alındı. İlgiyle ve zevkle katıldığım bu etkinlikten bende kalanları özetleyerek paylaşmak isterim.
Türkiye iş dünyasına global şirketler tarafından tanıtılmış olan DEI (Diversity, Equity, Inclusion) kavramına artık “Çeşitlilik,
Eşitlik ve Kapsayıcılık (ÇEK)” olarak kurumlarda yaygın biçimde rastlıyoruz. Bu kavram, şirketlerin özellikle sürdürülebilirlik
yolculuğunda stratejik planlarının temel ayaklarından birini oluşturuyor. Küresel belirsizliklerin, teknolojik dönüşümün ve toplumsal
taleplerin arttığı bir çağda iş dünyası yalnızca performans ve kârlılık hedefleriyle değil, aynı zamanda adil, eşitlikçi ve
kapsayıcı bir yapı kurma sorumluluğuyla da şekilleniyor. Bununla birlikte, artan ekonomik belirsizlikler, maliyet baskısı, genç
yeteneklerin iş hayatından beklentilerinin yön değiştirmesi, yönetim kademesinde ve üretim alanlarında kadınların varlığı,
şirket kültürlerinin kemikleşmiş yapısı, sektörel risk faktörleri gibi yönetilmesi gereken dinamikler var.
Zor Zamanlarda Liderlik ve Psikolojik Güvenlik oturumunda konuşulan zorluklar, Türkiye gibi ekonomik risk yönetiminin
gündemden düşmediği bir ülkede ilk kez konuşulan meseleler değil elbette. Oturumları dinlerken ister istemez iş hayatımda
yaşadıklarım bir bir aklımdan geçti. Kariyerim byunca, yıl sonu toplantı sunumlarımızın temel mesajları, maalesef bu sebeple
pek değişmedi: “Bu yıl zordu, birlikte başardık! Ancak daha önemlisi, önümüzdeki yıl çok daha zor olacak; hazır olmalıyız.”
Görünen o ki, global ölçekte de esneklik sınırları hiç olmadığı kadar zorlanmaya devam edecek.
Zor zamanlarda liderlerin söylemekten çok duymaya, anlatmaktan çok anlamaya ihtiyaçları var. Büyük bir kaosun içinde,
öngörülebilirliğin görüş mesafesinin bu kadar kısaldığı bir dönemde, liderler de omuzlarında büyük bir baskı taşıyor. Bu sebeple,
kendi iyi oluş hallerini (wellbeing) muhafaza etmeleri ve ekiplerine örnek olmaları kaçınılmaz hale geliyor. Dönüşen
liderlik anlayışında, yönetmekten ziyade ortak üretmeye ve dahiliyeti önceleyen bir yaklaşım öne çıkıyor. Liderin söylemlerindeki
ve eylemlerindeki bütünlük, işyerindeki psikolojik güvenliğin en önemli belirleyicisi. Çalışanlar, zor zamanlarda en
çok buna ihtiyaç duyacaklar: liderin istikrarı. Kolay olmadığı bir gerçek; yapılabilirliği tartışılabilir. Ancak niyet etmek ve yolda
kalmak için çaba sarf etmek her lider için bir mecburiyet.
Psikolojik güvenlik açısından liderlerin rolü tartışılmaz. Ancak bu güven ortamı yalnızca liderin değil, her bir çalışanın
katkısıyla oluşur. Çalışanlar da içinde bulundukları ortama duygusal emek harcamalı. Kendi seslerini duyurmayı beklerken
diğerlerinin sesini duymaya; kendi farklılıklarını yaşamaya niyet ederken diğer farklılıklara da kucak açmaya istekli olmalılar.
Görünen o ki, zorlu koşullar şirketlerin psikolojik güvenlik oluşturmadaki samimiyetini test etmeye devam edecek. Etkinlikteki
tüm katılımcıları ilham verici paylaşımları ve katkıları için anmak isterim. Şirket stratejilerindeki ÇEK çalışmalarını ve
dönüşüm hikayelerini yaşayarak göreceğiz. Bu alandaki dönüşüm ekonomik çalkantılarına rağmen mi, bu çalkantılar sayesinde
mi olacak birlikte öğreneceğiz.
Farklı kimliklerin, jenerasyonların ve deneyimlerin bir arada bulunduğu çalışma hayatında, kapsayıcı bir kurum kültürü
oluşturmak yalnızca değer temelli bir tercih değil, aynı zamanda yetenek çekme, çalışan bağlılığını artırma ve toplumsal
güven inşa etme açısından kritik bir ihtiyaç. Bu noktada liderlik anlayışının da dönüşmesi gerekiyor: Yönetmekten çok dinlemeye,
yön vermekten çok ortak üretmeye dayalı yeni bir liderlik yaklaşımı öne çıkıyor.
INAN Zirvesi, iş dünyasında kapsayıcılığın nasıl hayata geçirilebileceğine dair fikirleri, deneyimleri ve etkili uygulamaları
bir araya getirmeyi amaçlıyor. INAN Zirvesi’nde yeni nesil liderlikten kültürel dönüşüme, iş yerinde aidiyet duygusundan sistematik
eşitsizliklerle mücadeleye kadar pek çok başlık, iş dünyasının öncü isimleri tarafından ele alınacak.
INAN Zirvesi, yalnızca söylem üretmeyi değil, kapsayıcı kurum kültürünü, ölçülebilir etkiyi ve kolektif dönüşümü mümkün
kılan modelleri paylaşmayı hedefliyor. Çünkü değişim, ancak ona inananlarla mümkün.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.

Müşteri sadakati mi, maliyet mi? İade süreçlerinin marka imajına etkisi

Alışveriş artık yalnızca ürün almak değil, markayla kurulan ilişkinin bir parçası. Bu ilişkinin en kritik aşaması ise iade süreci. Çünkü iade, bir markanın müşterisine gerçekten ne kadar değer verdiğini gösteren sınavdır. Müşteri açısından kolay ve destekleyici bir iade süreci, güven ve sadakat duygusunu pekiştirirken; markalar için bu süreç, kısa vadede maliyet yaratsa da uzun vadede güçlü bir imaj ve sadık müşteri kitlesi kazandırır. Zorlaştırılan iade politikaları ise kaliteyi gölgede bırakır, olumsuz deneyimler hızla yayılır. Dolayısıyla asıl mesele “maliyet mi, sadakat mi?” değil; “bugünü mü kurtaracağız, geleceğe mi yatırım yapacağız?” sorusudur. Çünkü markalar bilir ki güven, iade sürecinde kazanılır ve bir kez kaybedildiğinde hiçbir reklam bütçesiyle geri alınamaz.