İş Değiştirmek Zorunda Mı Kaldınız. Endişelenmeyin Yalnız Siz Değilsiniz.

Tarih

Profesyonel hayatta devlet kademesinde bir işe girmek yerine özel sektörde bir kariyer seçmiş bir kişiyseniz ve ayrıldığınız bir işin ardından gönlünüze göre her açıdan daha iyi şartlarla yeni bir iş bulduysanız ne mutlu size, çok şanslısınız.
Ama kuvvetle muhtemeldir ki ;
Bir aile geçindirmek, çocukların okul masraflarını ödemek, kira ,taksit ve benzeri periodik ödemelerin omuzlara yüklediği ağırlık nedeni ile daha öncesinde üstlenilen pozisyonun altında yada aynı unvanla dahi de olsa ,daha düşük teklif edilen ücretlerle ve şartlarda çalışmak durumunda kalacağınız bir işte çalışıyor olabilirsiniz .Bu durum belki sizin moralinizi yada motivasyonunuzu bozmuş da olabilir.
Ama iyi haber şu ki bu durum yalnız sizin başınıza gelmiş bir vaka değildir.
Çalışanların iş değiştirme oranlarında genelde diğer her istatistiki karşılaştırmalarda da geçerliliğini koruyan 20/80 kuralı geçerlidir. Kariyer yaparken şansın yanında, kimya uyuşması, vizyon, hedef uyuşması, işe adaptasyon, motivasyon, mobbing, kendi yolunu çizmek, dünyayı gezmek (!) rasyonel ya da irrasyonel pek çok nedene dayalı olarak iş değişikliği yapıyor olmak çok olağandır.
Başladığı ilk işte iş hayatı boyunca çalışabilen %20 lik grup ya çok doğru seçim yapacak kadar şanslıdır yada o işe kapağı atmışken oradan ayrılmamak adına çabalayarak tüm ömürleri boyunca orada kalmayı tercih etmiş olabilir.
Geri kalan %80 çoğunluğu oluşturan profesyoneller ise gönüllerine ve yeteneklerine uyacak işi bulana kadar kendilerine uymayan işlerde çalışmak durumunda kalmışlardır.
Bu durum aslında kötü olarak görünüyor olsa da bir profesyoneli geliştiren çok önemli bir fırsata da dönüşebilir.
Nasıl mı?
Bu ortamlarda ayakta kalarak ilerlemenin verdiği tecrübeler ile güçlenen bir profesyonel aynı yerde uzun süre çalışanlara göre daha fazla kaynaktan beslenerek, yeni vizyon ve hareket planları ile kendini daha özgür ve mutlu hissedebileceği yepyeni alanlara yönelebilmekte.
Önemli olan tek şey ,böyle dönemlerde kendinizi çaresiz ve umutsuz hissettirecek kendine acıma ve/veya acındırma gibi iç dengenizi bozacak gereksiz psikolojik durumlara girmemeye çalışarak önüne gelen her durumu olabildiğince kabul ederek ilerlemek ve hayatı geldiği gibi yaşamaktır.
İnsanoğlunun en büyük yanlışı başına gelen her ne olay olursa olsun gerçekleşmekte olan olayın yalnızca ona has ve yalnızca onun için gerçek olduğu yanılgısına düşmektir. Yaşam herkes için ayrı bir senaryo çiziyormuş gibi görünse de aslında kendi etki alanımızdaki ya da benzer iş alanlarındaki örneklerin farkında olabildiğimiz için genelden habersiz yaşıyor ve en ufak bir olumsuz gelişmeye karşı gereksiz tepkilerle karşılık veriyoruz. Verdiğimiz tepkilerin sonucunda bazen içe kapanıp dışarıdan kopuyor ve çaresizlik duygumuzu ateşliyoruz.
Şu açıktır ki yaşam dediğimiz deneyim aslında hayatın değişik renklerini değişik zamanlarda görebilmek, değişen her olguyu zamanında algılamak ve yaşamaktır.
İş değiştirmek hiçbir zaman yalnız sizin gerçeğiniz olmayacak. Çoğunlukla diğerleri gibi sizde yaşamınız boyunca pek çok alanda faal olarak çalışacak ya da varlık göstereceksiniz. Yaşam çoğu zaman sizi zorlayıcı konu ve olaylardan ibaretmiş gibi görünse de gün içerisinde bir kahve içmeye gittiğiniz bir kafede yan masadan kulağınıza gelen benzer yaşanmışlıklardan dahi farkına varacağınız gibi hepimiz aynı şeyleri farklı zamanlarda yaşasak da olayları kabul ediş tavrımızla ya daha esnek ve keyifle yaşıyoruz ya da daha gergin ve keyifsiz bir hayatın içinden çıkamıyoruz. Her şey değişir. Sizi memnun tatmin edende, düzeninizi bozup sizi endişeye sevk edende değişir. Yeter ki olaylar karşısında yanlız olmadığınızı ve yalnız size has olmadığını fark ederek hayatın ve her anın keyfini çıkartarak yaşayın.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.

Müşteri sadakati mi, maliyet mi? İade süreçlerinin marka imajına etkisi

Alışveriş artık yalnızca ürün almak değil, markayla kurulan ilişkinin bir parçası. Bu ilişkinin en kritik aşaması ise iade süreci. Çünkü iade, bir markanın müşterisine gerçekten ne kadar değer verdiğini gösteren sınavdır. Müşteri açısından kolay ve destekleyici bir iade süreci, güven ve sadakat duygusunu pekiştirirken; markalar için bu süreç, kısa vadede maliyet yaratsa da uzun vadede güçlü bir imaj ve sadık müşteri kitlesi kazandırır. Zorlaştırılan iade politikaları ise kaliteyi gölgede bırakır, olumsuz deneyimler hızla yayılır. Dolayısıyla asıl mesele “maliyet mi, sadakat mi?” değil; “bugünü mü kurtaracağız, geleceğe mi yatırım yapacağız?” sorusudur. Çünkü markalar bilir ki güven, iade sürecinde kazanılır ve bir kez kaybedildiğinde hiçbir reklam bütçesiyle geri alınamaz.