Mulakat

Tarih

Danışmanlık yaptığım yıllardı. Birgün telefonum çaldı. Orta ölçekli, kimyasal ve temizlik ürünleri üreten ve dağıtan grubun İK Direktörüydü arayan. LinkedIn üzerinden araştırma yaptıklarını ve benimle açık bulunan CEO pozisyonları için görüşmek istediklerini belirtti. Hem merak hem de tanışmak üzere daveti kabul ettim. Ertesi sabah şirketin merkezinde buluştuk. Toplantı salonunda yaklaşık iki saat karşılıklı sohbet ederek birbirimizi tanımaya çalıştık. Benim dışımdaki adaylarla da görüşeceğini en son iki adaya düştükten sonra da yönetim kurulu ve şirket sahibi ile görüşebileceğimizi söyledi.. Çok deneyimli bir insan olmalı ki (!) süreci tek başına o noktaya kadar kendisine emanet etmişler diye geçirdim aklımdan.
Bir hafta sonra yeniden davet edildim. Aynı toplantı salonunda patron hariç YK üyeleri ile buluştuk. Yaklaşık iki saat süren bir toplantı daha gerçekleşti. Toplantı sonunda bir sonraki toplantıyı patronla yapacağım belirtildi ve ayrıldık. İki gün sonra yeniden çağırıldım. Aynı toplantı salonu ama karşımda patron yerine yine aynı IK direktörü bulunuyordu.
Patronun aldığı geri dönüşlerden memnun olduğunu ve nihai iş teklifini patron adına kendisinin yapacağını belirtti.
Serde danışmanlık var ve aldığım yönetim eğitimlerini de hatırlayınca tebessüm ettim bir an. Teklifin detayının önemi yoktu aslında. O an anladım ki kendisini patron nezdinde yönetimin sözüm ona gizli denetçisi olarak zaten konumlandırmıştı. Yine de teyit etmek adına sordum.
‘’Birlikte çalışırken yönetim kuruluna ve patrona doğrudan raporlama yapacağım değil mi?’’
Periyodik olarak yapılan yönetim toplantılarında şirket sunumlarını yönetim kuruluna ve patrona yapacağımı ama haftalık olarak kendisine yazılı rapor hazırlamamı rica etti ve bu raporu kendisinin patronla haftalık bazda paylaşacağını söyledi. Özetle CEO, IK Direktörüne raporlama yapacaktı Bundan sonraki sohbetimiz hakikaten komedi tadı aldığım bir danışmanlık sohbetine dönüşmüştü.
Şunu diyemedim ya da demem yakışık almazdı.
‘’Danışmanlık versem önce seni işten çıkartmak gerektiğini yönetim kuruluna nedenleri ile anlatmam lazım’’.
Teklifi nezaketle geri çevirdim. Ayrıldık. Reddedilme karşısında yaşadığı şaşkınlığını bazen gözümün önüne getirdiğimde halen tebessüm ediyorum. Benden sonra gelen aday işe alındı doğal olarak , aradan yaklaşık yedi ay gibi bir zaman geçmişti ki IK direktörü ve CEO yaşadıkları tatsız bir tartışmanın ardından şirketten çıkarıldılar. CEO ya yazık oldu diye düşünürüm hala. Son derece beyefendi ve sektörde fark yaratabilecek donanıma da sahipti ama yaşadığı sürecin etkisinden olsa gerek bir daha çalışmama kararı alıp emekliye sevk etti kendisini.
Kurumsal yapıya kavuşamamış şirketlerin her zaman yaşadığı benzer bir sorundu aslında yaşanan. Patrona yıllar içerisinde yanaşmayı ve güvenini kazanmayı bir şekilde başarmış alaylı bir IK direktörü aslında patronun kendi oluşturduğu rahatlık alanının güvenlik amiriydi. Yönetim kurulu kukla tiyatrosu tadında, patron ise ajanları üzerinden sahip olduğu servetin tek sahibi olarak herkesi kendi eliyle birbirine çarpıştırmak için mangal maşası kullanıyordu.
Liyakat sahibi kadrolar kurmak, süreç yönetimlerini kurgulamak ve performansa dayalı gelişim planları üzerinden büyümek yerine piyasadan öğrendikleri ile şirket yönetmeye çalışmanın tipik bir örneği ile karşılaşmıştım yine.
Görev tevdi edilecek profesyonellere verilecek yetkinin sözde bırakılması ve şirket içindeki departmanların birbirleri ile olacak iletişimlerinin kısıtlanarak her konuda müdahalede bulunarak etki alanlarını daraltmak, bir dönem boyunca sadece piyasada ki artan taleplerin paralelinde büyüyen bu şirketlerin piyasa rekabetinin yoğun hale gelmesinden sonra orta ve uzun vadede kapanmasına zayıflamasına veyahut ta yok fiyata satılmasına neden olmaktadır.
Hayata bakışınız kısıtlı ve sahip olduğunuz imparatorluğu kaybetme korkusu ne kadar fazla ise profesyonel yöneticilere güvenmekte o kadar zor olur. Halbuki işler yolundayken zamanında yapılabilecek doğru seçimlerle kadroya alınacak yeni beyinlerin işe katacağı önemli katkıları yaşayarak görmek ancak bu yöneticilere yetki vermek ve alan tanımakla mümkün. Bugün ülkemizde önemli boyutlara ulaşmış ve uluslararası alanda da söz sahibi olabilmiş şirketlere baktığımızda, bu şirketlerin yönetim kurulu başkanlarının ve yönetim kurullarının insan kaynağı seçmek, yetkilendirmek, süreç içerisinde raporlama ve denetleme kriterlerini kullanarak nasıl sağlıklı büyüyebildiklerini deneyimlediklerini görmek mümkün.
Seçilen nitelikli yöneticilerin hata yapmasından korkarak onların dolaylı ya da dolaysız denetimini güvenilen ama niteliksiz alt kadrolara vermek yapılabilecek en büyük hatadır.
Böyle bir yolu seçmiş şirket sahiplerine yapılabilecek en iyi öneri ise şudur.
Şirketinizi kendiniz yönetmeye devam edin ta ki günü gelip gücünüz şirket yönetmeye yetmeyecek o güne kadar.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.

Müşteri sadakati mi, maliyet mi? İade süreçlerinin marka imajına etkisi

Alışveriş artık yalnızca ürün almak değil, markayla kurulan ilişkinin bir parçası. Bu ilişkinin en kritik aşaması ise iade süreci. Çünkü iade, bir markanın müşterisine gerçekten ne kadar değer verdiğini gösteren sınavdır. Müşteri açısından kolay ve destekleyici bir iade süreci, güven ve sadakat duygusunu pekiştirirken; markalar için bu süreç, kısa vadede maliyet yaratsa da uzun vadede güçlü bir imaj ve sadık müşteri kitlesi kazandırır. Zorlaştırılan iade politikaları ise kaliteyi gölgede bırakır, olumsuz deneyimler hızla yayılır. Dolayısıyla asıl mesele “maliyet mi, sadakat mi?” değil; “bugünü mü kurtaracağız, geleceğe mi yatırım yapacağız?” sorusudur. Çünkü markalar bilir ki güven, iade sürecinde kazanılır ve bir kez kaybedildiğinde hiçbir reklam bütçesiyle geri alınamaz.