Yöneticinin Onurlu Çıkış Kapısı Arayışı

Tarih

Yönetici sorunlara ekibini yönlendirerek çözüm üretme yetkinliğinin yeterli olmadığını önünde biriken konularda bir şey yapamaz hale düştüğünde anlar.
Ekibini seçme kriterleri de yetkinliğe ve liyakate dayalı değil de bambaşka kriterlere göre olmuşsa, etrafındakilerden de hayır gelmez.
Etrafındakiler içine düşülen durumun farkına varırlarsa, yöneticiyi rahatlatmak için bir süre ‘’Takma’’ der.
Bizim yönetici gördükleri karşısında dayanamayıp çaresizliğinden kızacak olur.
Etrafındakiler iş yapma derdinde olmadıkları için dikkati üzerlerine çekmemek için ‘’Değmez’’ der.
Bir yerden sonra bizim yönetici boş verdiğini hafif belli edecek olur.
Bu kez de başkaları devreye girer ve hemen ‘’Gamsız’’ derler.
Bırakayım varacağı yere varsın deyip bir süre susma kararı alır.
Bu kez hem etrafındakiler hem karşısındakiler ağız birliği etmişçesine ‘’lider sen değil misin iki çift laf et’’ der.
Artık dayanamayıp belki faydası olur deyip ağır konuşur.
O zaman da etrafındakiler ‘’muhatap olma’’ der.
Olacak iş değil deyip çekip gideyim diyecek olur.
Etrafındakiler kendi geleceklerinin de riske girme ihtimalini düşünerek araya girer ‘’Yılma, senin görevin mücadele etmek’’ der.
Soğukkanlılığa davet etmek için bizim yönetici bu kez de alttan alır.
‘’Tepene çıkardın’’ derler.
Dayanamayıp bu defa da bağırır.
‘’Sakin ol’’ derler.
Aklı başında bütünü düşünerek davranmaya kalkar.
Etrafındakiler yine devreye girer ‘’Bu kadar uslu olunmaz’’ derler.
Otoritesini kullanıp disiplini sağlamak için dikine gider.
‘’Geçmişine, eğitimine, aile terbiyene yakışmaz, bu kadar agresif olma’’ derler.
Ayrılıp gitse ne diyecekler diye düşünür.
Muhtemelen; ‘’ona bu gidiş yakışmadı, keşke kalsaydı’’ diyecekler.
‘’Ee normal tabii görevdeyken beğenmediler ki, gidişimi mi beğenecekler’’ diye düşünüp bizim yönetici gittiği yere kadar deyip devam eder.
‘’O zaman da bir süre sonra kazık çaktı, yük olmaya başladı bize’’ derler.
Yönetmek kavramı bu dalgalı duygu seli içerisinde su yutsan da batmama mücadelesi haline dönüşür.
Halbuki, yönetmek olmuyorsa tadında bırakıp başka bir safhaya geçmeyi başarmayı da gerektirir.
Yönetici bırakma zamanının gelip gelmediğini ayırt edemediğinde daha da sık ve büyük hatalar yapmaya başlar. Hatayı bir kenara koyun kurumda kalma mücadelesi verip en büyük zararı geçmişteki başarılarına da gölge düşürerek kendine verir.
Yalnızca kendisiyle sınırlı kalmaz bu hatanın bedeli. Kurumu da etkileyecek noktaya gelir. Ama buna rağmen dönülmez bir yola etrafındakilerin ve karşısındakilerin söylediklerinin etkisiyle kapılıp gidilir.
Sonra da yolun sonuna gelmiş olsa da çıkış yolunu bulamaz olur.
Aslında bu yola hiç girmemesi gerektiğini de bir ihtimal belki o zaman anlarlar.
O zaman da iş işten geçmiş, onurlu çıkış kapısına kilit vurulmuş olur.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.

Müşteri sadakati mi, maliyet mi? İade süreçlerinin marka imajına etkisi

Alışveriş artık yalnızca ürün almak değil, markayla kurulan ilişkinin bir parçası. Bu ilişkinin en kritik aşaması ise iade süreci. Çünkü iade, bir markanın müşterisine gerçekten ne kadar değer verdiğini gösteren sınavdır. Müşteri açısından kolay ve destekleyici bir iade süreci, güven ve sadakat duygusunu pekiştirirken; markalar için bu süreç, kısa vadede maliyet yaratsa da uzun vadede güçlü bir imaj ve sadık müşteri kitlesi kazandırır. Zorlaştırılan iade politikaları ise kaliteyi gölgede bırakır, olumsuz deneyimler hızla yayılır. Dolayısıyla asıl mesele “maliyet mi, sadakat mi?” değil; “bugünü mü kurtaracağız, geleceğe mi yatırım yapacağız?” sorusudur. Çünkü markalar bilir ki güven, iade sürecinde kazanılır ve bir kez kaybedildiğinde hiçbir reklam bütçesiyle geri alınamaz.