Duygusal Zekâ Neden Başarımızda Önemli Bir Rol Oynar?

Tarih

Bir yönetici düşünün. Ekibindeki çalışanların sorunlarını fark edemiyor, ihtiyaçlarını göremiyor, ilişkileri iyi yönetemiyor, duygusal olarak dengesiz ve çevreden gelen tepkilere duyarsız. Bir satış temsilcisi düşünün müşterinin ne istediğini anlayamıyor, doğru soruları soramıyor, müşteri ihtiyaçlarına uygun çözüm üretmek yerine kendi doğrularını dayatıyor. Bir takım arkadaşı düşünün diğerlerinin duygularını görmezden geliyor, stresle başa çıkmakta zorlandığı için ani ve beklenmedik tepkiler veriyor, kırıcı veya düşüncesiz davranıyor. Bu kişilerin ne iş ne de özel yaşamda başarılı olabilmeleri mümkün müdür? Elbette yanıt, hiç birimizin onaylamakta zorlanmayacağı bir “Hayır”.
Duygusal zekâ, yaşamda başarılı olmak için önemli bir faktördür ve iş yaşamı için adeta olmazsa olmaz önemdedir. Zihinsel becerileri ölçen IQ yani zekâ katsayısı bir kişinin iş yaşamında başarılı olması için yeterli değildir. IQ’su yüksek olduğu halde başarılı olamamış, bir anlamda zekâsını heba etmiş kişilerin hemen hemen hepsi duygusal zekânın unsurları olan becerilerden yoksun oldukları için bu duruma düşmüşlerdir. Ya kendi duygularını yönetemedikleri ya da ilişkileri yönetemedikleri için…
Bir iş yerinde, duygusal zekâ, çalışanların birbirleriyle iletişim kurması, işbirliği yapması ve sorunları çözmesi için gereklidir. Örneğin, bir ekip lideri, ekip üyelerinin duygusal ihtiyaçlarını anlayarak, onları motive edebilir ve işlerini daha verimli hale getirebilir. Ayrıca, bir çalışanın empati yeteneği, müşteri ihtiyaçlarını anlamasına ve müşteri memnuniyetini arttırmak için doğru adımlar atmasına yardımcı olur.
Duygusal zekâ, aynı zamanda iş yaşamında stres yönetimi için de önemlidir. İş yerinde stresli durumlarda sakin kalmayı ve doğru kararları almayı mümkün kılabilmemizin ham maddesi duygusal zekâdır.
Sonuç olarak, duygusal zekâ, birçok beceriyi içeren önemli bir kavram. Kendinizi ve başkalarını anlama, yönetme, motive etme ve iyi ilişkiler kurma becerileri, iş hayatında ve kişisel hayatta başarıya ulaşmak için son derece önemli. Harvardlı Davranış Bilimci, “Duygusal Zekâ” ve “İşte Duygusal Zekâ” kitaplarının yazarı, araştırmacı Daniel Goleman’ın sıkça söz ettiği bu becerileri geliştirerek, duygusal zekâmızı artırmamız mümkün. Bunu nasıl yapacağımızla ilgili detayları bir sonraki yazımda ele alacağım.
Duygusal zekânın sağladığı yararlar bilimsel çalışmalar tarafından kanıtlanmaktadır. Meraklısı için bu çalışmalardan bazılarını paylaşıyorum:

  • İş dünyasında başarılı olan kişilerin yüksek duygusal zekâ seviyelerine sahip olduğu ile ilgili istatistik için kaynak: TalentSmart (2011). The Business Case for Emotional Intelligence.
  • Yüksek duygusal zekâ seviyelerine sahip olan liderlerin çalışanlarının memnuniyetini ve motivasyonunu arttırmada daha başarılı olduğu ile ilgili istatistik için kaynak: Goleman, D. (2000). Leadership that gets results. Harvard Business Review, 78(2), 78-90.
  • Yüksek duygusal zekâ seviyelerine sahip olan kişilerin daha iyi ilişkiler kurdukları ile ilgili istatistik için kaynak: Lopes, P. N., Salovey, P., Côté, S., Beers, M., & Petty, R. E. (2005). Emotion regulation abilities and the quality of social interaction. Emotion, 5(1), 113-118.
  • Yüksek duygusal zekâ seviyelerine sahip olan kişilerin stresle başa çıkmada daha başarılı oldukları ile ilgili istatistik için kaynak: Brackett, M. A., & Salovey, P. (2006). Measuring emotional intelligence with the Mayer-Salovey-Caruso Emotional Intelligence Test (MSCEIT). Psicothema, 18 (Suppl.), 34-41.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.

Müşteri sadakati mi, maliyet mi? İade süreçlerinin marka imajına etkisi

Alışveriş artık yalnızca ürün almak değil, markayla kurulan ilişkinin bir parçası. Bu ilişkinin en kritik aşaması ise iade süreci. Çünkü iade, bir markanın müşterisine gerçekten ne kadar değer verdiğini gösteren sınavdır. Müşteri açısından kolay ve destekleyici bir iade süreci, güven ve sadakat duygusunu pekiştirirken; markalar için bu süreç, kısa vadede maliyet yaratsa da uzun vadede güçlü bir imaj ve sadık müşteri kitlesi kazandırır. Zorlaştırılan iade politikaları ise kaliteyi gölgede bırakır, olumsuz deneyimler hızla yayılır. Dolayısıyla asıl mesele “maliyet mi, sadakat mi?” değil; “bugünü mü kurtaracağız, geleceğe mi yatırım yapacağız?” sorusudur. Çünkü markalar bilir ki güven, iade sürecinde kazanılır ve bir kez kaybedildiğinde hiçbir reklam bütçesiyle geri alınamaz.