Kontrolün ince çizgisi, Güvende olma arzusu ile aşırı yönetim arasında

Tarih

Bu hafta sonu, birlikte uzun yıllar çalıştığım kadın arkadaşlarımla kahvaltıda buluştuk. Farklı kategorilerde, farklı fonksiyonlarda rol alsak da yaşadıklarımızı paylaşırken fark ettiğimiz ortak bir patern ortaya çıktı: Kontrol etme ihtiyacı. İnsanevlâdı elbette öğrendikleri, yaşadıkları, sorumlulukları ile şekilleniyor; çalışmalar hem genetiğin hem de çevresel koşullarının kim olduğumuzu etkilediğini gösteriyor. Uzun yıllar global bir firmada, hızlı tüketim malları sektöründe çalışmış, kadın ve çoğunluğunun da çocuk sahibi olduğu bu grupta, planlı olma ve bu planı uygulama, olası aksilikleri öngörme ve öncesinde hazırlıklı olma, sonuçlardan sorumlu hissetme, aksilikler meydana geldiğinde yetersiz hissetme gibi yine ortak hissiyatlarda buluştuk. Aklıma, büyük oğlumun doğumu yaklaştığında, hayatımda ilk kez, olacağını bildiğim ancak ajandamda bir güne ve saate adresleyemediğim bir durumla karşı karşıya kalmanın paniğini yaşadığım an geldi. Yetişkindim, bir sürecin içindeydim, adımların farkındaydım, planlıydım, hazırlıklıydım ancak Microsoft Project programı işe yaramıyordu. Anneliğin de aynen böyle olacağı iç görüsü de sanırım bu noktada uyanmaya başlamıştı.
Perspektifi iş dünyasına odakladığımızda, varoluşsal bir kaygı olan “güvende olduğunu bilmek” ihtiyacının, işleyişi en ince detayına kadar kontrol etme ihtiyacına dönüştüğünü fark etmek hiç de zor değil. Çalışan olarak da, ekip yöneten bir lider olarak da, süreçleri ilerletirken sonucu garantiye alma ihtiyacını hepimiz iliklerimize kadar hissetmişizdir; iş dünyasının hızlı temposu, değişken dinamikleri ve yıl sonu performans görüşmelerinin baskısı bunu garanti eder. Bu nedenle, iş dünyasında kontrol etme ihtiyacının görünürlüğü çok daha sistematik. Zira belirsizlik, sorumluluk, performans baskısı ve zaman kısıtları birleştiğinde, insan zihni “öngörülebilirlik” yaratmaya çalışıyor. Psikoloji literatürü uzun zamandır bunun temel bir ihtiyaç olduğunu söylüyor; insan, kendisini etkileyen süreçleri anlama ve yönlendirme hissine sahip olduğunda daha güvende oluyor. (White’ın yetkinlik motivasyonu, Skinner’ın kontrol algısı çalışmaları bunun temelini oluşturuyor.) 1950’lerden sonra yayınlanmış bu çalışmalarda, çalışanların yetkinliklerinden şüphe duymasalar dahi, koşulların öngörülebilir olmasının psikolojilerini olumlu yönde etkilediği belirtiliyor. Öngörülebilirliğin güzel bir rüyaya dönüştüğü günümüz koşullarında, siz bu ihtiyacınızı çalışan veya lider olarak nasıl karşılıyorsunuz? Öngöremediğiniz durumlarda nasıl bir çalışma arkadaşı, lider oluyorsunuz?
İş ortamında, bu ihtiyaç, çoğu zaman aşırı kontrol etme davranışı olarak ortaya çıkıyor. Yani adım adım takip etme, sürekli teyit etme-isteme, delege edileni geri çekme, işin sonucunu değil her aşamasını yönetme… Kurumsal hayatta buna “micromanagement”, Türkçedeki karşılığıyla aşırı kontrolcü yönetim deniyor. Burada ilginç olan, pek çok liderin niyetinin kötü olmaması. Tam tersine: sorumluluk duygusu yüksek, işi sahiplenen, aksaklık olduğunda kendini sorumlu hisseden, “bir şey gözümden kaçmasın” kaygısıyla hareket eden kişilerde daha sık görüyoruz. Ancak araştırmalar, aşırı kontrolün fark etmesi zor bir kısır döngü yarattığını söylüyor:
•Özerklik azaldığında motivasyon düşüyor.
(Deci & Ryan – Self-Determination Theory)
•Aşırı kontrol psikolojik güvenliği azaltıyor; ekip hata yapmaktan korkuyor.
(Edmondson – Psychological Safety)
•Yaratıcılık ve inisiyatif baskılanıyor.
(Amabile – Creativity Research)
•Liderlik yükü artıyor, tükenmişlik yükseliyor.
(Maslach & Leiter – Burnout)
Sonuçta ekip, lideri rahatlatmak için daha çok soru soruyor; lider daha çok müdahale ediyor; ekip daha da az inisiyatif alıyor. Kısır döngü böyle çalışıyor.
Belki de bu yüzden, kontrol ihtiyacını ilk nerede öğrendiğimize bakmak kıymetli. Çocukluğumuzda, ilk iş deneyimlerimizde, kriz dönemlerinde kazandığımız bu alışkanlık, zamanla otomatik pilota bağlanabiliyor. Bir noktadan sonra kontrol etmek bir güvenlik mekanizmasına, neredeyse kimliğimizin bir parçasına dönüşüyor.
Oysa liderlik, giderek artan belirsizlikte her şeyi bilmekten çok, bilmediklerini yönetebilme cesareti gerektiriyor. Kontrolün yerine güven, mikro yönetimin yerine yetişkin-yetişkin ilişkisi koyabilmek hem ekipleri büyütüyor hem de lideri rahatlatıyor.
Süreci iyi yönetebilmek, her konuda olduğu gibi, bu konuda da önce kendimizi tanıyarak mümkün oluyor. Kontrol ihtiyacımız hangi durumlarda tetikleniyor? Bilinmezlikler konusunda nasıl bir yaklaşım sergiliyoruz: kaynaklarımızı etkin kullanıyor muyuz, sorumluluklarımızı ast ve üstlerle akılcı ve adil bir şekilde paylaşıyor muyuz? İkinci aşama ise ekibimizi ne kadar iyi tanıdığımız: ekibin yetkinlikleri neler, inisiyatif alabilmek için ekip üyelerinin ihtiyaçları neler, ekibin kendi performansını değerlendirme ve düzenleme becerisi hangi seviyede? Ekibinizin hem yetkinlik hem tecrübe, hem de organizasyon kıdemi açısından heterojen bir oluşumu varsa, bire bir yönetim ihtiyacı, ekip toplantıları ile yapılan ekip yönetimi yaklaşımın önüne geçebilir. Liderin aşırı kontrol etme davranışı, yarattığı iş yükü ve kaygılardan dolayı hızla tükenmişlik sendromuna sürüklerken, ekip çalışanlarını da değersiz, yetersiz hissettirdiği gibi, aynı zamanda potansiyellerinin de gelişimine ket vurur.
Lider olarak kendimize sorabileceğimiz en anlamlı soru şu olabilir:
Gerçekten kontrol altında tuttuğumuz şeyler mi bize güven veriyor, yoksa kontrol etmeye çalıştıkça büyüttüğümüz kaygılar mı?
Sonuçta mesele, kontrolün iyi ya da kötü olması değil; hangi noktada bizi güçlendirdiği, hangi noktada görünmez bir yük haline geldiği. Hepimiz hayatın farklı evrelerinde, farklı rollerde, farklı kaygılarla bu dengeyi yeniden kuruyoruz. Belki de liderlik dediğimiz şey, tam da bu sürekli ayarlama cesaretinde saklıdır. Değişimleri hazır olmadığımız anlarda bile kucaklama cesaretinde olmak, işler ters gittiğinde yaşadıklarımızdan öğrenebileceklerimize odaklanmak, ekibin tüm üyelerini kapsayıcı bir yaklaşımla değerli hissettirebilmek. Bazen geri çekilmek, bazen teslim etmek, bazen de belirsizliğin içinde kalmaya gönüllü olmak… Ve günün sonunda sormak: Gerçekte neyi kontrol ediyorum, neyi sadece kontrol ettiğimi zannediyorum?
Cevap her ne olursa olsun, fark etmek bile özgürleştirici bir başlangıç olur.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Bilirkişi

Türk toplumunun bir huyu vardır. Herkes, her şeyi bildiğini...

Koçluk, Sadece Yöneticilerin Ayrıcalığı mı?

Bir dönüm noktasındasınız, ya da bir çıkmaza saplandınız. Kariyer...

Söz Uçmuyor, İşe Dönüyor

İşletmelerde iletişim deyince çoğu yönetici hemen toplantıları, e-postaları, anlık...

Ateş Olmayan Yerden Duman Çıkar Mı?

Kasım ayı, ileri yapay zeka teknolojileri için oldukça hareketli...