Yalan Dünya

Tarih

Bu ay başında aynı dönem mezun olduğum lise arkadaşlarımdan üçüncüsünün vefat haberini aldığımda yüreğime bir öküz oturmuş gibi hissettim. Sanki gençlik dönemimden bir şeyler de silinip gitmişti. Güne başlarken aklımda bir sürü yapılması gereken iş ve onların sıkıntıları vardı. Kafama taktığım aslında dert olmayan bu “dertleri nasıl hallerim” diye düşünüp dururken aldığım üzücü haber, birden mavi ekran hatası vermeme sebep oldu. Her aldığım vefat haberi beni başka bir şekilde etkiliyor ve sarsıyor. Geçen ay gazete yazarlarımızdan Çetin abinin vefatını duyduğumda da yine tuhaf duygulara kapılmıştım. Sonra Gripin grubunun “Belki çok da şey yapmamak lazım.” şarkısı sözleri dilime dolandı.
Belki çok da şey yapmamak lazım
Vuralım hayatın gelişine
Belki biraz da dans etmek lazım
Yakalım kafaları bir an önce
Kafam şiir, nefesim şair
Dönüp duruyorum geniş zamanlarda
Umutlar derman, korkularla harman
Dün erkendi yarın geç
Şimdi mümkün toparlanmam
Kafalar yastığa değene kadar
Düşünmek yok bu gece
Yüreğim orman, dilim karman çorman
Ateşle yaklaşma sonsuza dek yanamam
Yaşamak lazım şimdi parlayan yarınlarlan
Üstüne yazacağız ne varsa eskiden kalan……
Zaman yönetimi eğitiminde,” Hayatta bizlere en adil olarak dağıtılmış şey nedir?” diye sorduğumda farklı farklı cevaplar gelir. Farklı cinsiyet, ırk, boy, kilo, çevre ve maddi imkanlara sahip olsak da yaşadığımız her gün için hepimize adil olarak dağıtılan 86.400 saniyedir. Bu konuda yaşanan ömür sürelerinin farklılığı ile ilgili itiraz gelebilmektedir ancak odağımız yaşanan o gün için eşit verilen 86.400 saniyedir. Her gece yarısı kilometre sıfırlanır ve hesaplara 86.400 saniye yatırılır. İsteseniz de istemeseniz de altı delik bir kova gibi, saniyeler akıp gitmektedir ve günün sonunda bakiye sıfırlanır. Nasıl değerlendirdiğiniz ise size kalmıştır.
Sıkıntılar, hayatımızın doğal bir parçasıdır. Ancak, bu sıkıntıların bizi ne kadar etkilediği, onlara nasıl yaklaştığımıza bağlıdır. Bir an için durup düşündüğümüzde, yaşadığımız zorlukların çoğunun geçici olduğunu ve zamanla unutulacağını fark ederiz. Bu farkındalık, sıkıntılar karşısında daha güçlü ve dirençli olmamıza yardımcı olacaktır. Muazzam keyifli ve eğlenceli bir gün geçirmek veya anlamsız detaylara takılıp gamlı baykuş modunda dertlenmek sonucu değiştirmeyecektir. Hayatın geçici doğası, bize anın kıymetini bilmemiz gerektiğini hatırlatır. Geçmişin pişmanlıkları ve geleceğin kaygıları arasında kaybolmak yerine, anı yaşamak ve değerini bilmek, sıkıntıların ağırlığını hafifletebilir. Her anın bir daha geri gelmeyeceğini bilmek, bize hayatın her anını dolu dolu yaşamaya teşvik eder. Hayatın karmaşası içinde, sık sık karşılaştığımız zorluklar ve sıkıntılar, bazen bizi derin düşüncelere sevk eder. Bu dünyada yaşadığımız her şeyin geçici olduğunu bilmek, sıkıntıların da bir gün sona ereceğini hatırlatır.
Michigan Üniversitesi’nde bir grup araştırmacı nesnel çevrenin tek başına stres yaratmadığını, strese neden olan etmenin o çevrenin algılanış biçiminden kaynaklandığını bulmuşlardır. Demek ki, insanı strese sokan şey yaşadığı olaylardan ziyade ona yüklediği anlamdır.
Profesyonel hayatta sıkça karşımıza çıkan, görev karmaşıklığı, işte tehlike unsuru, zaman baskısı, başkalarından sorumlu olmak, uygun olmayan çalışma koşulları, rol belirsizliği-çatışması, kontrol eksikliği, adaletsizlik ve mobbing gibi zorluklarla baş edebilmemizde yine bu zorluklara ve çözümlerine nasıl anlam yüklediğimizle yakından ilintilidir.
Zaman yönetimi, rahatlama, meditasyon, hobiler, spor, olumlu düşünme ve başarıya inanma, beslenme, gerektiğinde profesyonel destek alma, toplumsal aktivitelere ve gruplara katılma gibi pozitif aktiviteler, farkındalığımızı arttırarak bize destek verecek alışkanlıklarımıza dönüşerek en büyük yardımcımız olacaktır.
Başlangıçları büyük bir dert haline getirmeden, Pazartesi sendromlarına yakalanmadan en güzel şekilde hesabımıza yatan 86.400 saniyeyi kullanabilmek için elimizden geleni yapıp ardından da anı yaşayıp rahatlama lüksünü kendimize hediye etmeliyiz.
Her hatayı, yaşananı düzeltemeyebiliriz, bizi rahatlatacak olan geçmişte olanları affedebilmek ama aldığınız dersleri de pusulamız yapabilmektir. Kocaman bir çikolata değiliz, aynı anda herkesi mutlu etmemiz mümkün değildir. Bunun için çabalamak mutlu olmak için ihtiyacımız olan enerjimizi gereksiz yere harcamamıza neden olabilecektir. Öncelik, kendimizin mutluluğu ve bunun yaydığı pozitif enerjiyle etrafımıza yayacağımız pozitif sinerji etkisi olmalıdır.
Çözemediğiniz sorunlar için strese girmek yerine farklı çözüm yolları denemek, bize enerji veren kaynakları koruyup faydalanmak, dengeli beslenmek ve düzenli uyumak enerjimizi yükseltecektir.
En nihayetinde, yalan dünya ve sıkıntıların anlamsızlığı üzerine düşünmek, bize hayatın gerçek anlamını ve değerini hatırlatır. Sıkıntılar geçicidir, ancak yaşadığımız anlar kalıcıdır. Bu bilinçle, hayatın her anını kıymetli kılmak ve sıkıntılar karşısında güçlü durmak mutluluğumuzun anahtarı olacaktır.

2 YORUMLAR

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Vücudunuzu iyi tanıyor musunuz? Değerini biliyor musunuz onun?

Vücudumuzda pek çok organ vardır. Kalp, ciğer, böbrek v.s. Hepsi de önemli ve değerlidir. Özde bu organların hepsi et parçası olsa da hepsinin ayrı bir değeri vardır. Bu organların kimine irademiz ile yön verebilir, kimisine de veremeyiz.Tıpkı bir şirketin yönetim birimleri gibi. Her birim doğru çalıştığında şirkete yarar sağlayan bir organdır. Ama doğru çalıştığında! Dil de irademizle yön verebildiğimiz bir organdır. Nedir Dil? Bir et parçası. Dil’i kullanmak ise beyin ve akıl ister. Beyin de bir et parçasıdır aslında. Onu kullanma yeteneğine ise akıl denir. Dil ve dilin önemi ile ilgili pek çok atasözü ve deyim vardır Türkçe’de. "Dil mi güzel, dilber mi güzel?", “Dil’in kemiği yoktur.” v.s. Toplum olarak dilimizi doğru ve güzel kullanma konusunda çok kötüyüz. Doğru ve temiz Türkçe konuşma konusunda tam bir felaket olduğumuz bir gerçek. Özellikle 80’li yıllarda artan dezenformasyon günümüzde Nirvana’ya ulaştı. Bırakın temiz Türkçe konuşmayı, Türkçe konuşmayı beceremez olduk. Dilimizden, edebiyattan, zerafetten çok uzağız.Bir de işin öteki boyutu var. Güzel konuşmak. Düşünerek konuşmak. Lafını tartarak konuşmak.Bu konuda da felaketiz toplum olarak. Günlük yaşamın içinde sıkça görüyor bu. Sevgisizliğimiz konuşmamıza yansıyor. Şirketlerde de bu olay çokça var. Yöneticilerin çalışanlarla konuşurken kullandıkları dil çok önemli. Her çalışan faklı bir kültürdür çünkü. Yanlış kullanılan dil çalışanının psikolojisini ve verimliliğini olumsuz olarak etkileyebilir. Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyetin 100. yılı şerefine piyanist ve besteci Fazıl Say tarafından bir marş yazıldı. 100. Yıl Marşı. Elbette ki bu eseri beğenen de beğenmeyen de oldu. Bu çok normal. Ama ortada bir gerçek vardı. Emek. Bu eserin yazımı için saatlerce, günlerce çalışıldı. Düşünüldü. Orkestra ve koro provaları yapıldı. Kayıt yapıldı. Her biri ayrı bir emekti. Ne yazık ki özellikle sosyal medyada bu eseri kötü bir dille eleştiren çok oldu. Düşünelim şimdi. Toplumumuzun en büyük eksikliklerinden biri nedir? Sevgisizlik. Bir insanı, dünya görüşünü, davranışlarını sevmeyebilirsiniz. Sevmek zorunda da değilsiniz. Ortaya koyduğu eseri de beğenmeyebilirsiniz. Bu çok normal. Peki emeğe saygısızlık nedir? Bu ülke en çok emeğe saygısızlıktan kaybetmiyor mu yıllardır? Çocuğunuz yıllarca üniversite okudu, yüksek lisans, master, doktora yaptı ama işsiz. Alanınızda uzmansınız, yurt dışı tecrübeniz var, çift yabancı diliniz var, ama iki kelimeyi yan yanagetiremeyen adam müdür. Tıp literatürüne geçmiş buluşlarınız, ameliyatlarınız var ama kendi ülkenizde ikinci sınıf vatandaş durumundasınız. Bunlar emeğe saygısızlık değil mi? Sevin birbirinizi. Saygı gösterin emeğe. Size yapılmasını istemediğiniz şeyi başkasına yapmayın. Güzel şeyler söylesin diliniz. Sevgisizlik en kötü şeydir.

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.