İş Dünyasında Bekleme İstasyonu:Konfor Alanı

Tarih

Geçmişte kendisine bağlı olan takımları başarıya ulaştıran direktörüm, bir gün kendi isteğiyle görev değişikliği yaptı. Hepimiz onu çok seviyorduk ve bu seçimine şaşırmıştık. Yanına gittiğimde, ‘’Tüm takımlar başarıya ulaştı, ekipler oturdu, bu değişikliği isteme sebebiniz nedir?’’ diye sordum. ‘’Konfor alanımdan çıkmayı ben kendim istedim’’dedi. Beynimiz güvendiği, düşük risk gördüğü ve sükûnetin olduğu yerden neden çıkmak ister? Bu yazım, konfor alanına farklı perspektif sunmak adınadır.
Konfor Alanı Sayacı Var Mı?
Mutluluk hormonu oksitosin, konfor alanını yaratır ve orada salgılanmayı sever. Beyin oksitosini kaybetmeden, kortizolu artırmadan, serotoninin keyfini sürmenin yolunu arar. Bulunduğunuz yerden memnun olmayı ve ‘’Bak neyi başardım?’’ sorusunun tadını çıkartmayı ister. Kişinin değerleri ve yaşamsal beklentileri mevcut konumu ile uyumlu, kendini anlamlı ve olmak istediği yerde olduğunu düşünüyor ise burası konfor alanımıdır? Konfor alanındasın, buradan çıkmalısın diyen, neye göre buna karar veriyor? İş dünyasındaki konfor alanı sayacı kimin elinde?
Güven duygusu ve değerlerimiz, yeni oksitosin devreleri oluşturmanın başını çekerler. Yapmaktan keyif aldığımız şeyler için bir daha yap, tekrar dene diyen dopamin bulunmaktadır. Ustalaşmanın önemli parçası acı çekmektir. Bu acıyı hissettirmeyen doğal morfin endorfindir. Hedefe ulaşıldığında (dopamin+endorfin=hedoni) haz oluşmaktadır. Sonrası ‘’Bak neyi başardım?’’ ile serotonin artmaktadır. Geçmiş deneyimlerini referansı alan, yeni statünün vereceği hazzı deneyimlemek isteyen direktörüm, kendi konforunu bozmak istemiştir.
İş hayatında, bilgi eksiliği, beklentiyi karşılamayan yetkinlik, beceri düşüklüğü, sorumluluk almama, düşük farkındalık ve düşük performans, gelişmeye zihinsel ve davranışsal direnç oluşturma, katılım ve işbirliği zayıf, düşük motivasyon vb çoğaltabileceğimiz örnekleri fark eden, bu duruma konfor alanı demektedir. Jim Sollisch’in beyin üzerine yaptığı araştırmalar sonucunda, ortalama Amerikan vatandaşı günlük 35000 karar vermektedir. Kararlarımızı oluşturan hayat terazisinin iki gözünde güven ve değerler bulunmaktadır. Güven ve değerlerimizin konfor alanıyla bağlantısı olabilir mi?
Kurumlar Konfor Alanına İter Mi?
Çalışan, hedeflerle ilgili sorun yaşıyor, gelişimi konusunda net geri bildirim almıyor, kariyer basamakları ve performans sistemi şeffaf değil ise, doğru yerde olmadığını düşünmeye başlar. Başarıyı ödüllendiren kurum kültürü, başarısızlık durumunda korku ve kaygı yaratır. Başarısızlığın bir öğrenme fırsatı olarak görmeyen kurumlar, güvensizlik yaratır ve gelişme isteğini kısıtlar. Yeterli yönetsel yetkinliği olmadığı kendisine söylenmeyen, bu yüzden halen yöneticilik bekleyen, ya da bu işlerin torpille olduğu yanılgısına düşünerek kabule geçen çalışanları düşünün. Değişime olan inancını kaybeden bu çalışanlar, kendine konfor alanı yaratır. Kabule geçiş sözü ise ‘’Ne kadar ekmek, o kadar köfte’’ olur.
Yukarda saydıklarımın tersi durumda konfor alanı oluşur mu? Çalışan adım atmakta zorlanıyor ve değişime direnç gösteriyor. Değişimin formülüne göre ((Acı*Vizyon)+İlk Adım>Direnç), kişi mevcut durumunda, yeteri kadar acı çekmiyor ya da acısına alışmış olabilir. Değişime olan direnci kıracak olan, acının artması ve güçlü bir vizyondur. Acıyı artıracak olan değişmediğindeki kaybedeceklerinin yansıtılmasıdır. Bu duruma evet derken, hayatında neler hayır diyorsun? Güçlü sorular ile yüzleşme sağlanarak acısı artırılır. Kişi ideal versiyonunu keşfetmede yetersiz, potansiyelini göremiyor, kişisel ve sosyal farkındalığını düşük ise, karar alma sürecinde değerlerini kendine pusula yapamaz. Olmak istemediği konumda kabule geçer. Liderlerin vizyonu burada ortaya çıkar. Liderler çalışanlarına anlatacakları hikayeler yaratır. Çalışanlar bu hikayeleri, çevrelerine vizyon tohumu olarak ekerler. Kendi vizyonlarına ilham olan liderleri kopyalarlar. Çünkü bir şeyin aslı doğruysa kopyası olur.
Konfor Alanında Kör Ebe Oyunu
Oksitosin, yeniyi deneme isteğini azaltır. Yeni durum için mazeretler oluşturur. Güvende değilsin duygusunu yaratırken, başkalarından etkilenme ve karar alma sürecinin önünde engel olabilir. Beynimiz net olmayı ister, belirsiz olandan kaçar. Çalışana, ‘’sen konfor alanındasın’’ demek sorunu çözmezken, ısrarcı söylemler ve davranış hataları, mobing süreçleri oluşturabilir. Farkındalık ve sorumluluk alma süreçleri iyi bir performans yönetimi ile aydınlatılmalıdır. Yoksa burası tam bir kör ebe oyunudur. 35 Yaşından sonra çalışmalar, yeni nöral ağlar kurmanın iyice azaldığını söylemektedir. Yeni öğrenmeler, gelişmeler ve fırsatlar için kişi kendisini yolda tutacak, güvenli olduğunu düşündüğü yerden adım atmasını sağlayacak koçvari lider istiyor. Konfordan çıkış, belirsizliği bilmek ve korku alanını nasıl aşacağın konusunda destek almaya bağlıdır.
Etkili Liderlerin Konfor Alanı Yaklaşımı
Farkındalık artışı ve sorumluluk alması konusunda çalışanınızın konfor alanından çıkmasını isteyebilirsiniz. Burada iki taraflı öğrenme ve gelişme fırsatı bulunmaktadır. Unutmayın yeni süreçte zekası ve yeteneğinin övülmesi ona iyi gelmez. Gelişimini, çabasını, öz disiplinini, stratejisini, azmini, odaklanmasını ve sürecini övmeniz fayda sağlayacaktır. Bu öğrenme alanında güvende olduğunu bilmek, ona fırsatları yakalama, sorun çözme, rekabete girme, yeni beceriler edinme ve konfor alanını genişletmesini sağlayacaktır.
Kendisinden istenen hedef ile potansiyeli arasında yüzleşmesi, gelişme alanında önemli etkendir. Özsaygının tekrar güçlendiği bu alanda, hedefe ulaşma isteği ve motivasyon oldukça önemlidir. Kişinin anlam arayışını destekleyen, ortak amacın yaratılması ve sürecin parçası olma hissi için, gelişme alanı önemlidir. Konfor alanından çıkma sürecinde korku alanı, öğrenme ve gelişme alanlarında oldukça önemli bir konu var. Oda, çalışanı yolda tutacak, besleme döngüsü oluşturacak, güçlü yönlerinin yansıtıldığı geri bildirimler olmalıdır.
Mutlu Askerleriniz Var Mı?
İş dünyasında, çalışan mevcut statüsünü değiştirmek istemiyor, halinden memnun, performansı da beklenileni karşılıyor, aidiyet duygusu güçlü, takımın abisi ya da ablası, kuruma ya da patrona sadakati yüksek olabilir. Ben bu şekilde çok insan tanıdım. Örgütün kültürüne önemli katkısı olan bu çalışanlar, kariyer planı olmayan, burada emekli olunur dedirten, yeni başlayanlara güven veren, hafif bir hatırlatma ile yüksek performans oluşturma kapasiteleri olan, çok şükür diyen insanlar. Pareto kuralını en iyi uygulayan bu çalışanların motivasyonlarında, rutinleri, hobileri, günlük alışkanlıkları, ritüelleri ve konfor alanları bulunmaktadır. Değişim rüzgârları, bu çalışanlarda fırtınaya dönüşür. Güven bağının zedelenmemesi konusunda hassasiyet göstermeniz önemlidir. Değerleri genellikle aile, huzur, paylaşmak ve başarıdır. Unutmayın bu askerler, düşük performans gösterdiklerinde, acil ve önemli butonlarına basıldığında hemen toparlanırlar.
Hepimiz Aynalama Yapıyoruz
Beynimiz güvendiği, düşük risk gördüğü ve sükunetin olduğu yerden çıkmak ister. Hayatında daha geniş bir konfor olacağına inanırsa, yeteneklerini geliştireceğine, işinde ustalaşacağına, daha özerk çalışma ortamı göreceğine, sıkıntının çözüleceğini görürse, kazanacağına inanırsa ve bu süreçlerde destek kültürü görürse konfor alanından çıkmak ister. Hepimizin yolculuğumuza tanıklık eden kişilere anlatacak başarı hikâyelerine ihtiyacımız var. Bunun için aynaladığımız güçlü liderleri görmek isteriz.
“İyi bir lider, bir hikaye anlatıcısıdır. İyi bir hikaye, takımın gözlerindeki ışığı yakabilir.” – Stephen Denning
Teşekkürler.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Vücudunuzu iyi tanıyor musunuz? Değerini biliyor musunuz onun?

Vücudumuzda pek çok organ vardır. Kalp, ciğer, böbrek v.s. Hepsi de önemli ve değerlidir. Özde bu organların hepsi et parçası olsa da hepsinin ayrı bir değeri vardır. Bu organların kimine irademiz ile yön verebilir, kimisine de veremeyiz.Tıpkı bir şirketin yönetim birimleri gibi. Her birim doğru çalıştığında şirkete yarar sağlayan bir organdır. Ama doğru çalıştığında! Dil de irademizle yön verebildiğimiz bir organdır. Nedir Dil? Bir et parçası. Dil’i kullanmak ise beyin ve akıl ister. Beyin de bir et parçasıdır aslında. Onu kullanma yeteneğine ise akıl denir. Dil ve dilin önemi ile ilgili pek çok atasözü ve deyim vardır Türkçe’de. "Dil mi güzel, dilber mi güzel?", “Dil’in kemiği yoktur.” v.s. Toplum olarak dilimizi doğru ve güzel kullanma konusunda çok kötüyüz. Doğru ve temiz Türkçe konuşma konusunda tam bir felaket olduğumuz bir gerçek. Özellikle 80’li yıllarda artan dezenformasyon günümüzde Nirvana’ya ulaştı. Bırakın temiz Türkçe konuşmayı, Türkçe konuşmayı beceremez olduk. Dilimizden, edebiyattan, zerafetten çok uzağız.Bir de işin öteki boyutu var. Güzel konuşmak. Düşünerek konuşmak. Lafını tartarak konuşmak.Bu konuda da felaketiz toplum olarak. Günlük yaşamın içinde sıkça görüyor bu. Sevgisizliğimiz konuşmamıza yansıyor. Şirketlerde de bu olay çokça var. Yöneticilerin çalışanlarla konuşurken kullandıkları dil çok önemli. Her çalışan faklı bir kültürdür çünkü. Yanlış kullanılan dil çalışanının psikolojisini ve verimliliğini olumsuz olarak etkileyebilir. Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyetin 100. yılı şerefine piyanist ve besteci Fazıl Say tarafından bir marş yazıldı. 100. Yıl Marşı. Elbette ki bu eseri beğenen de beğenmeyen de oldu. Bu çok normal. Ama ortada bir gerçek vardı. Emek. Bu eserin yazımı için saatlerce, günlerce çalışıldı. Düşünüldü. Orkestra ve koro provaları yapıldı. Kayıt yapıldı. Her biri ayrı bir emekti. Ne yazık ki özellikle sosyal medyada bu eseri kötü bir dille eleştiren çok oldu. Düşünelim şimdi. Toplumumuzun en büyük eksikliklerinden biri nedir? Sevgisizlik. Bir insanı, dünya görüşünü, davranışlarını sevmeyebilirsiniz. Sevmek zorunda da değilsiniz. Ortaya koyduğu eseri de beğenmeyebilirsiniz. Bu çok normal. Peki emeğe saygısızlık nedir? Bu ülke en çok emeğe saygısızlıktan kaybetmiyor mu yıllardır? Çocuğunuz yıllarca üniversite okudu, yüksek lisans, master, doktora yaptı ama işsiz. Alanınızda uzmansınız, yurt dışı tecrübeniz var, çift yabancı diliniz var, ama iki kelimeyi yan yanagetiremeyen adam müdür. Tıp literatürüne geçmiş buluşlarınız, ameliyatlarınız var ama kendi ülkenizde ikinci sınıf vatandaş durumundasınız. Bunlar emeğe saygısızlık değil mi? Sevin birbirinizi. Saygı gösterin emeğe. Size yapılmasını istemediğiniz şeyi başkasına yapmayın. Güzel şeyler söylesin diliniz. Sevgisizlik en kötü şeydir.

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.