Geleneksel iş yaşamı terbiyesinde böyle bir durum “başımıza taş yağacak” diye algıların günümüzün daha oportünist ve progresif iş dünyasında “neden olmasın?” diye değerlendiriliyor…
Peki çalışan bu duruma nasıl geliyor?
“İstifa” kavramı ile ilk karşılaştığımda bunu bir tür “patronu işten çıkartmak” olduğunu düşünmüştüm. Aradan yıllar geçti, gök kubbe altında pek de bir şey değişmediğini öğrendim!
O yaşlarda tek odaklandığım; bana rehberlik edecek, yaptığım işin görünmeyen taraflarını öğretecek, beni o işin ustası yapacak bir liderliğin eksikliğiydi. Bugün bu durum, genç profesyoneller ile konuştuğumda anlıyorum ki meselenin su üzerinde kalan kısmı. Gerekçeleri listelemeye kalkıştığımda durumun vardığı boyutu daha iyi görebildim.
Derlediklerini, okuyup öğrendiklerimi, çalışıp araştırdıklarım ile karşılaştırmayı da ihmal etmedin bu arada. Tüm çabama karşın bu listedekileri bir sıraya koyamadım. Hangi sorun daha büyük, hangisi ikinci planda belirleyemedin. Bu belki de içinde bulunulan ortamdan kaynaklanıyor, belki de bambaşka bir gerekçeden.
Liste, patron için “yol haritası” niteliğinde…
Çalışanların işten şikâyet sebepleri arasında “tanınma eksikliği” önemli bir paya sahip. Çalışanların iş ortamında fark edilmediklerini hissetmeleri bunun başlıca sebebi. Herkes kendini değerli hissetmek istiyor.
Bir diğeri ise “belirsiz iş tanımları” olarak ifade ediliyor. Bir türlü netleşmeyen görev alanları ve sorumluluk sınırları, beraberinde belirtisiz beklentileri de getiriyor. Bu da ister istemez “herkes”, “birisi”, “herhangi birisi” ve “hiç kimse” öyküsünü akıllara getiriyor. Bilmeyenler için bu öykü, günün birinde yapılması gereken çok önemli bir işin ortaya çıkmasıyla başlıyor. “Herkes”, “birisi”nin bu işi yapacağından eminmiş. Gerçi işi, “herhangi biri” de yapabilirmiş ama nedendir bilinmez işi “hiç kimse” yapmamış. “Birisi” bu durumda çok kızmış, çünkü iş, “herkes”in işiymiş. Hal böyle olunca da “herkes”, “herhangi biri”nin bu işi yapabileceğini sanmış ama öyle olmamış. İşin tuhaf tarafı “hiç kimse”, bu işi “herkes”in yapamayacağının farkında değilmiş. Sonunda, “herhangi biri”nin yapabileceği bir işi, “hiç kimse” yapmadığı için, “herkes”, “birisi”ni suçlamış! Bu gerçeklikte, tıpkı anlatılan öyküdeki gibi; “herkes” masum, “hiç kimse” suçlu değil ancak ortada yapılmayan bir iş var…
Mükemmel olmayan bir mükemmeliyetçilik!
Maksadı aşan bir detaycılığa kaçan “mükemmeliyetçilik kültürü” de çalışanları bezdiriyor, “çekip gideyim” noktasına getiriyor. Bu daha çok mikro yönetim anlayışında kendine yaşam alanı buluyor. Erişilmez hedefler, imkânsız standartlar ve başarmaktan daha çok başaramama üzerine kurgulanan iş ortamı sık sık bardağın taşmasına sebep oluyor.
Karar verme özgürlüğünün eksikliği de inisiyatif kullanamama da kimi çalışanları çok olumsuz etkiliyor. Bu durum “özerklik eksikliği” olarak konumlandırılıyor, güçlü karakterler bu konudan en fazla rahatsızlık duyanların başında geliyor.
Manipülatif ifadeler çalışanların memnuniyetsizliğini arttıran bir gerekçe. Kolay kolay yenmeyen ve dile pelesenk olan bu hikayeler arasında ilk sırayı “biz bir aileyiz” alıyor. Bu da “kol kırılır, yen içince kalır” ile başlayıp çok daha sıkıntılı olanlara kadar uzanıyor.
Maaşların ve yan ödemelerin düşüklüğü de “mali yetersizlik” olarak tanımlanırken bu konularda geriye gidiş işverenin kifayetsizliğini pekiştiriyor. Çalışanın tepesini en çok da attıran düne kadar uygulanan ve çalışanın lehine olandan bir anda ve gerekçesiz vazgeçilmesi.
Sekteye uğrayan, uğratılan ve hatta mobbing sınırlarını zorlayan “mola aralarına iş sıkıştırmak” türü ölçüsüzlük ve hadsizlik çalışanları tam anlamıyla çileden çıkartıyor.
“Dikkat! Toksik Ortam” uyarısı
Bunun bir başka boyutu “toksik ortam” olarak tanımlanıyor. Bu tanımın için de kişiler, ilişkiler, iletişim ve diğer olumsuzluklar o iş yerini sürekli olarak zehirliyor, mutsuzluğu arttırıyor.
Çalışanlar arasında gelişime açık olanlara veya fırsat arayanlara uygun ortamların sunulmaması “durgun öğrenme” olarak algılanıyor, kariyer gelişimi önünde büyük bir engel olarak kabul ediliyor.
Yasa ile düzenlenen normal çalışma saatlerinin aşılması, sürenin insani olmaktan çıkması ve verimsizliği körükler hala gelmesi yani “aşırı iş yükü” en büyük ve yaygın şikayet konularından birisi.
Kariyerinde ilerlemeden maaş belirlemeye, yan ya da ek faydalardan fırsat eşitliğine uzanan geniş yelpazede de epey sorun yaşanıyor. Buna haksızlık gibi sıradan tanımlar yerine “algılanan adaletsizlik” deniliyor.
İnsan Kaynaklar mı, Gayya Kuyusu mu?
İş dünyasının dinamikleri, teknolojideki değişim hızından geri kalmıyor. Dün bildiğiniz bir bakmışsınız ki bugün eskimiş. Düne kadar işe yarayan yöntem bugün köhnemiş. İşin içine İnsan Kaynakları girince durum daha çetrefilli hale geliyor. Uzun zamandır genel kabul gören ile yeni yeni benimsenen arasındaki düalizm, bir anlamda zıtlıklardan kaynaklanan çatışmacı yapı, durumu daha da zorlaştırıyor.
Bu konuda da büyük görev yöneticilere düşüyor. Yöneticilik niteliklerin yetmediği durumlarda ise liderlik müessesinin devreye girmesi gerekiyor. O da olmazsa geriye işini iyi yapamadığı için çalışanları tarafından işten çıkarılan bir patron kalıyor…
Çalışanlar İşverenlerini “Yetersizlik” Sebebi İşten Çıkarabilir Mi?
Tarih