GÜVEN

Tarih

İnsan yaşamının sağlıklı ve sürdürülebilir olarak devamı açısından en önemli unsurlardandır aslında güven duyabilmek.
Hayvanların dahi yavrularını büyüttükten sonra yalnız bir yaşama dönerek hayatlarına devam etmelerinde, sürü veya adına ne derseniz deyin bulundukları ortamda ya da diğer canlı unsurlarla etkileşimlerinde güven hissini taşımalarının kendilerinin yaşam güdüleri üzerinde çok büyük etkisi olduğu açıktır.
İnsanın temel ilişkilerinde ise, aile, arkadaşlık, gönül işleri dahil bireyler arası tüm etkileşimlerinin sağlıklı devamı ve güçlenmesi açısından da güven en temel unsurdur. Güven olgusu aslında bireylerin karşılıklı anlayış, saygı, ve dürüstlük temelindeki ilişkilerinden oluşan bir sonuçtur.
İş hayatında ise ekip çalışmasının ve kazanılan üretim verimliliğinin artırılması özellikle liderlerin oluşturacağı güven atmosferi sayesinde kazanılmaktadır. Bu sayede tüm çalışanların işe ait motivasyonları ve işe bağlılıkları artar ve çalışanların birbirleri ile olan ilişkilerinde de güven ve işbirliğini oluşturarak yeni fikir ve uygulamaların serbestçe dolaşımına olanak sağlayan bir atmosfer yaratılır.
Toplumsal açıdan bakacak olursak da öncelikle ülke yönetiminin halk üzerinde oluşturacağı toplumsal güven, yaşanılan topluma olan aidiyet ,bireyler arası ve kurumsal boyuttaki işlemlerde en önemli unsurdur. Duyulacak üst düzeyde bir güven sosyal sermayeyi ve toplumsal refahı artıracaktır. Tam tersinde ise güven duygusunun olmadığı toplumlarda ise duyulacak huzursuzluk daha da artış gösterecek ve toplum olarak bir arada yaşamak dahi imkansızlaşabilecektir.
Güven içerisinde yaşanılan toplumlarda bireyin kendine olan güveni ,kişisel gelişiminde önemli bir rol alacak, bu şekilde büyüyen nesiller hedeflerine ulaşma konusunda daha cesur ve kararlı olacaklardır.
Güven inşa etmekse kolay olmayıp zaman içerisinde gösterilecek çabaya paralel yerine oturur. Dürüstlükle ,açık sözlülük içerisinde verilen karar ve sözlerde yansıtılan tutarlılık ve empati sonucu devam eder ama bunca emek ve öngörüye rağmen çok çabuk kaybedilip yeniden inşa edilmesi de kolay olmayabilir yada yeniden inşa da edilemeyebilir.
İş hayatında devam eden ya da takip eden benzer süreçlerde bireylerin en çok yaşadığı sıkıntı ise gereğinden önce ya da gereksiz yere duyulan güven sonucu iş birliği içinde olunan bireylerden hiç beklenmedik zamanlarda alınan negatif yada tamamen zarar vermeye yönelik geri dönüşler sonucu oluşan duygusal sarsıntılardır. Bu duygusal sarsıntı bazen o kadar etkilidir ki Avrupa birliği dahil pek çok uluslararası kuruluş yüksek derecede profesyonel yaklaşım içerisinde çalışan profesyonellerin dahi ‘’Burn out’’ olarak İngilizce diline yerleşmiş ve fiziksel veya mental çöküş nedeni ile iş yapamaz durumuna sokan bu sorunun birey lehine kontrol altına alınmasını tesis edebilmek üzere yasa güvencesinde uygulamaları devreye almak zorunda kalmışlardır
İş yerinde bu ve benzeri nedenle psikiyatr tarafından verilen raporlara dayalı kullanılan ücretli izinlerde işverenin hiçbir şekilde işten çıkarma dahil bir yaptırım içerisinde bulunulmasını dahi yasaklamaktadır. Kullanılan işten uzak toparlanma izin süreci ise tamamen doktor takibi ve onayına bağlı süresizdir.
Güven duygusu bireyin yetiştiği aile, bağlı hissettiği ve içinde yaşadığı topluluk, yaşamın dayatmaları sonucu yapılan mecburi tercihler nedeni ile her zaman tam olarak kurulamadan da bireyi başka bireylerle iş ilişkisine girerek sonuç çıkarmak durumunda da bırakabilmektedir. Bunda sorgulanacak ya da yargıya varılacak bir hükümden daha ziyade bunların her bağımsız bireyin hayatında var olduğu bilinci yanında yeni yolların muhakkak çıkacağı bilinci ile zaman kaybetmeden yeni kararlar ile bu durumlardan bir an evvel çıkarak yaşamı olduğu gibi kabul etmek en önemli hareket tarzı olmalıdır.
Doğa kurgusu itibariyle kusursuz ve mükemmel çalışmaktadır. İnsanoğlu ise birey olarak içine doğduğu yaşamda kusursuz ve mükemmele ulaşmak üzere sürekli ve sonsuz bir çaba ile çalışarak sonuçlara ulaşmaya çalışsa da çoğu zaman hayata ve insanlara duyulan güven iniş çıkışlar içerisinde bireyin hayata bakışını ve yol alışını etkilemektedir. Yaşamda hiçbir şey kalıcı ve sürekli olarak kalmadığı için olsa gerektir ki özellikle iş hayatında profesyonellerin icat ettiği ’’Sürdürülebilirlik’’ gibi kavramlar çerçevesinde her konu yeniden ve yeniden mercek altına alınıp nerede yanlış yapılıp nerede tekrarlanmazsa iş ve yaşam süreçleri devam ettirilir konusu canlı tutulmaktadır.
Güven duygusu aslında her yaşanılan insani duygu gibi gelir geçer diğer duygulardan da farklı değildir. Kazanabilir, kaybedebilirsiniz. Sonsuz evrendeki sonlu yaşamlarımızda her duyguyu yaşayarak yolumuza devam edeceğimiz bilincinde olarak bu hisse gerektiği kadar takıldıktan hemen sonra yeni arayışlarımız içerisinde yeniden ve yeniden aldığımız tüm geçici yaraları tedavi edip yolumuza devam ettiğimizi unutmamamız önemlidir.
Yaşam baharatı olan bir yemek gibidir. Bazen baharatı tutturamasak da o yemeği seviyorsak yeniden ve yeniden yapmaktan asla vazgeçmeyiz. Varın tekrarı olsun, varın sonucu olumsuz olsun, her şey bir gün istediğiniz kıvama gelene kadar bu yolculuk devam edecektir.
Güven içerisinde güvenli bir hayat için yola devam.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Vücudunuzu iyi tanıyor musunuz? Değerini biliyor musunuz onun?

Vücudumuzda pek çok organ vardır. Kalp, ciğer, böbrek v.s. Hepsi de önemli ve değerlidir. Özde bu organların hepsi et parçası olsa da hepsinin ayrı bir değeri vardır. Bu organların kimine irademiz ile yön verebilir, kimisine de veremeyiz.Tıpkı bir şirketin yönetim birimleri gibi. Her birim doğru çalıştığında şirkete yarar sağlayan bir organdır. Ama doğru çalıştığında! Dil de irademizle yön verebildiğimiz bir organdır. Nedir Dil? Bir et parçası. Dil’i kullanmak ise beyin ve akıl ister. Beyin de bir et parçasıdır aslında. Onu kullanma yeteneğine ise akıl denir. Dil ve dilin önemi ile ilgili pek çok atasözü ve deyim vardır Türkçe’de. "Dil mi güzel, dilber mi güzel?", “Dil’in kemiği yoktur.” v.s. Toplum olarak dilimizi doğru ve güzel kullanma konusunda çok kötüyüz. Doğru ve temiz Türkçe konuşma konusunda tam bir felaket olduğumuz bir gerçek. Özellikle 80’li yıllarda artan dezenformasyon günümüzde Nirvana’ya ulaştı. Bırakın temiz Türkçe konuşmayı, Türkçe konuşmayı beceremez olduk. Dilimizden, edebiyattan, zerafetten çok uzağız.Bir de işin öteki boyutu var. Güzel konuşmak. Düşünerek konuşmak. Lafını tartarak konuşmak.Bu konuda da felaketiz toplum olarak. Günlük yaşamın içinde sıkça görüyor bu. Sevgisizliğimiz konuşmamıza yansıyor. Şirketlerde de bu olay çokça var. Yöneticilerin çalışanlarla konuşurken kullandıkları dil çok önemli. Her çalışan faklı bir kültürdür çünkü. Yanlış kullanılan dil çalışanının psikolojisini ve verimliliğini olumsuz olarak etkileyebilir. Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyetin 100. yılı şerefine piyanist ve besteci Fazıl Say tarafından bir marş yazıldı. 100. Yıl Marşı. Elbette ki bu eseri beğenen de beğenmeyen de oldu. Bu çok normal. Ama ortada bir gerçek vardı. Emek. Bu eserin yazımı için saatlerce, günlerce çalışıldı. Düşünüldü. Orkestra ve koro provaları yapıldı. Kayıt yapıldı. Her biri ayrı bir emekti. Ne yazık ki özellikle sosyal medyada bu eseri kötü bir dille eleştiren çok oldu. Düşünelim şimdi. Toplumumuzun en büyük eksikliklerinden biri nedir? Sevgisizlik. Bir insanı, dünya görüşünü, davranışlarını sevmeyebilirsiniz. Sevmek zorunda da değilsiniz. Ortaya koyduğu eseri de beğenmeyebilirsiniz. Bu çok normal. Peki emeğe saygısızlık nedir? Bu ülke en çok emeğe saygısızlıktan kaybetmiyor mu yıllardır? Çocuğunuz yıllarca üniversite okudu, yüksek lisans, master, doktora yaptı ama işsiz. Alanınızda uzmansınız, yurt dışı tecrübeniz var, çift yabancı diliniz var, ama iki kelimeyi yan yanagetiremeyen adam müdür. Tıp literatürüne geçmiş buluşlarınız, ameliyatlarınız var ama kendi ülkenizde ikinci sınıf vatandaş durumundasınız. Bunlar emeğe saygısızlık değil mi? Sevin birbirinizi. Saygı gösterin emeğe. Size yapılmasını istemediğiniz şeyi başkasına yapmayın. Güzel şeyler söylesin diliniz. Sevgisizlik en kötü şeydir.

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.