HAVAGAZINDAN YENİLENEBİLİR ENERJİYEYEDİKULE HAVAGAZI FABRİKASI

Tarih

Bugünkü yazımda, ülkemizde yaklaşık yüz on yıl önce başlayan havagazı kullanımından tarihsel bir kesit sunarak temiz, yenilenebilir ve sürdürüleblir enerjinin etkin kullanımına başlamakta olduğumuzu, ancak neden bu kadar gecikilmiş olduğunun nedenlerini irdelemeye çalışacağım.
1945 yılının bir kış günü doğduğumda, Yedikule havagazı fabrikası lojmanında, dede evinde, yaşamaktaymışız. Bu fabrika ortamında yaşamış ve hala hayatta olan az sayıdaki insandan biri olduğumu düşünerek bazı anılarımı bu yazı kapsamında paylaşmak istiyorum. Amacım yaşam hikayemi anlatmak değil, çocukluğumun geçtiği ve çok etkilediğim bu kocaman fabrika ortamındaki yaşamı birinci ağızdan dile getirmektir. Fabrika müdürü olan dedem Recep Tezcan’ a tahsis edilmiş,lojman yaşam alanımızdı, fabrikanın diğer yöneticilerinin ve acİl müdahele etmesİ gerekenlerin yararlandığı dört lojman daha vardı. Aileler güzel bir dostluk ortamı oluşturmuşlar, izole fabrika yaşantısını kendi içlerinde sosyalleşerek renklendirmeye çalışıyorlardı, az sayıdaki akranımız mahalle arkadaşlarımızdı.
Fabrika mahallelere uzak olduğundan semt halkı ile iletişim sınırlı kalmaktaydı. Deniz kenarına kurulmuş olması büyük ayrıcalıktı, henüz sahil yolu olmadığından, burada yaşayanlara pırıl pırıl Marmara denizine girme olanağı veriyordu; çevredeki balıkçılar adeta lojmanda yaşayanlar için çalışıyorlardı, o günlerin Marmara denizinin zenginliği bambaşkaydı.
Fabrikayı ve orada yaşamış kişilerden anımsadıklarımı, adlarını da anarak tarihe not düşmek istiyorum, mühendis Abidin bey, fabrikada yönetici (dedem emekli olunca fabrika müdürü olmuştu), İETT yöneticisi Selami bey, kok kömür satış sorumlusu Hamit bey, atölye sorumlusu Mehmet usta diğer lojmanlarıda yaşayanlardı; sağlık memuru Hasan bey, emektarlar Süleyman ve Hayri efendiler anımsadığım diğer isimlerdir. Balıkçı Sami sahildeki kulübesinde yaşıyor, fabrika çalışanı kadar tanınıyordu.
Sabahın erken saatlerinde günlük çalışma başlar, öğlen saatinde çalan siren ile çalışanlar yemeğe çağırılırdı; yemekler çabucak yenir ve hemen evimizin yakınındaki çayıra koşulur, mesai başlayana kadar futbol oynanırdı. Onları heyecanla izlerdim. Paydos için de akşam sireni beklenirdi.
Çevremi tanımaya başladıktan sonra en etkilendiğim renk siyah oldu, çünkü her yer kömür ve katrandı, her yer simsiyahtı.
Fabrikanın iskelesine Zonguldak’ tan gelen büyük gemiler yanaşır, toz halindeki kömürü oraya boşaltırlardı; toz kömür geniş bantlarla evimizin kırk elli metre önünde depolanır, buradan yine bantlarla yakılacakları büyük fırınlara taşınır, orada 1000 derece sıcaklıkta yakılır, çıkan metan (CH4), hidrojen (H2), karbon monoksit (CO) gibi gazların karışımı olan havagazı gazometrelerde depolanırdı. Üretimde yan ürün olarak katran elde edilirdi. Çok zehirli olan bu gaz dikkatsizlik nedeniyle veya intihar amaçlı kullanılarak ölümlere neden olurdu.

Resim 1 – Boş Gaz metre Resim 2 – Dolu Gazometre
Gazometre, çok yanıcı olan havagazı ile dolup yükseldikçe gazın varlığına sevinilir, ancak yangın kaygısı hiç eksilmezdi; nitekim 6-7 Eylül 1955 olaylarında Samatya’ daki büyük kilise yangınında gökyüzü kıpkırmızı olunca fabrikada yaşayanlar, çalışanlar ve Yedikule halkı büyük korku yaşamıştı. Yaşanan o korku dolu anları bugün gibi anımsıyorum. Gazometrelerde yangın çıkması durumunda İstanbul’ un yarısı yok olur deniyordu. Bu dev Gazometrelerden fabrika bahçesinde iki adet bulunmaktaydı.
Öte yandan gazı alınarak kor haline gelmiş kok kömür, bir dekovil ile çekilen ve raylarda giden küçük demir vagonlarla büyük bir su borusunun altına getirilir, su dökülerek soğutulur, bu arada bembeyaz su buharı duman halinde bacadan çıkar, yakından geçenleri ıslatırdı, biz çocuklara ılık bir yağmur keyfi verirdi. Taşlaşmış, gözenekli kok kömür halka satılmak üzere ayrı bir yerde depolanırdı. O zamanın yük taşıyıcısı at arabaları sırada bekleşirler, sırası gelen araba, kömürü satın alanın evine taşırdı. Nüfusun artması ile görece yetersizleşen kok kömür, aile başına yılda bir ton olarak ve vesika ile satılmaya başlanmıştı.
Dünyada havagazı üretimi, 18. YY ortalarında, birinci sanayi devrimi ve kentleşme ile birlikte gelişti, fabrikaların mimari tasarımı, o dönemin tipik özelliklerini yansıtır.
Türkiye’ de, 19. YY. sonlarında Osmanlılar tarafından Fransızlara yaptırılmış olan, günün ileri teknolojisi ile donatılmış havagazı fabrikaları İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Bursa gibi kentlerde kurulmuştur. İstanbul’ da Yedikule, Dolmabahçe, Silahtarağa, Hasanpaşa, Kadırga ve Kuzguncukta bulunan zamanının modern ve işlevsel fabrikaları yüz yıl kadar üretim yapmışlardır. Önemli Gazhane simgelerinden biri de Dolmabahçe’ de bulunan havagazı fabrikasıydı, o yılların Mithatpaşa stadyumunun (bugünün Beşiktaş Tüpraş stadyumu) kaleleri “Gazhane tarafı“ ve “Deniz tarafı“ olarak adlandırılmıştı.
1880 yılında kurulan Yedikule Havagazı Fabrikası, İstanbul’da kurulan ilk havagazı fabrikasıdır; başlangıçta Dolmabahçe sarayı için kurulmuş; ancak zamanla evlere de gaz verilmeye başlanmıştır. Evlerde havagazı kullanımı büyük bir konfor sayılırdı, her evde bulunmazdı, genellikle fabrikaların yakınında bulunan semtlerde yaşayanlar bu şansı elde ederlerdi. Bazı evlerde radyatör şeklinde, havagazı lle çalışan ısıtıcılar bile vardı, ancak havagazı ile ısınmak çok pahalı bir seçenekti, onlar çok az kullanılırdı.
Zamanla havagazı fabrikalarının eskimesi, geri kalmaya başlayan teknoloji, havagazının çevre ve insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinin anlaşılması gibi nedenlerle Yedikule Gazhanesi dahil tüm gazhaneler yapılarıyla birlikte 1993 yılında hizmet dışı bırakılmıştır.
İstanbul’un sokak aydınlatması için de havagazından yararlanılırdı, ünlü Yedikule surlarındaki havagazı lambalarının görevliler tarafından tek tek yakılıp söndürülmelerine tanık olmuşluğum vardır. Yirminci YY.’ ın başlarında New York’ ta yaşayan Nikola Tesla, gazla çalışan sokak lambalarını uzaktan ve kablosuz elektrik vererek ateşleyen “Ark aydınlatma sistemini“ bulmuş ve uygulamıştır.
Resim 3 – Yedikule Fabrikasının görkemli görüntüsü
Nüfus artıp, kent büyüyüp yayılmaya başlayınca havagazı yetersizleşmeye başladı, onun yerine bakkallardan alınan gazyağı ile çalışan pompalı veya pompasız gaz ocakları kullanılmaya başlanmıştı. Bu geçiş dönemi LPG kullanımının yaygınlaşmasına kadar devam etti. 1961 yılından sonra Aygaz, İpragaz gibi LPG (sıvılaştırılmış petrol gazı) seçenekleri ortaya çıkmaya başladı ve gaz ocakların yerine evlerde tüp ile çalışan ocaklar kullanılmaya başlandı, tüplerle ısınma ve aydınlanma da sağlanabiliyordu.
Bu geçiş enerjinin evsel ve sanayideki kullanımında dışa bağımlılığın artışı olarak kabul edilebilir; araçlada benzin ve mazot için olan dışa bağımlılığa bir de LPG eklenmiş oldu, 1987 başlarında doğal gaza geçildi, doğalgaz daha ekonomik ve görece daha çevre dostu olduğundan evlerde ve sanayide yerini kolayca aldı, ancak o da enerjide dışa bağımlılığı pekiştirmiş oldu.
Havagazı üretiminde dışa bağımlılık yalnızca fabrikaların kuruluşu aşamasında söz konusuydu, onun dışında hammadde olan kömür kendi kaynaklarımızdan sağlandığı için dışa bağımlılık yok sayılabilirdi. LPG ve doğalgaz kullanımı ise tamamen dışa bağımlı bir ekonomi modelidir ve kendi doğal gazımıza yeterli düzeyde kavuşuncaya veya yenilenebilir enerji sistemlerine etkin şekilde ulaşıncaya kadar da bu durum sürecektir. Doğal gaz evsel kullanım dışında sanayide de, özellikle elektrik üretiminde kullanılmaktadır.
Havagazı, üretim aşamasında çevreyi fiziksel olarak kirletmenin yanında yüksek ısıda yakılan kömürden çıkan atık gazlar ile kimyasal olarak da kirletmekteydi. Fabrikanın bazı yerlerinde daha yoğun olmak üzere naftalin – katran karışımı bir koku hakimdi; bu kokunun yoğun olduğu mekanlara doktor önerisi ile boğmacalı çocuklar getirilir, o havayı solumaları sağlanırdı. Bu şekilde çocukların daha çabuk iyileşeceklerine inanılırdı.
1957 yılında birbuçuk milyona yakın nüfusu olan İstanbul’ da bu çevre kirliliği önemsiz gibi görülmüş olsa da, yirmi milyona yaklaşan günümüz İstanbul’ unda havagazı kullanımının sürmesinin çevreye verebileceği zararı düşünmek bile istemiyorum
Ülkemiz coğrafyasında güneş ve rüzgar büyük bir zenginlik olmasına rağmen bu nimetlerden hala çok yetersiz yararlanılmaktadır (Güneş enerjisi %8, rüzgar enerjisi %11), bunun nedenleri araştırma konusu olmalıdır. Sorgulanması gereken dünyanın ve ülkemizin fosil yakıt kartellerinin, Türkiye’ nin yenilenebilir ve sürdürülebilir temiz enerjiye geçişini engelleyip engellemedikleridir. Bu konuda kaygım var. (Türkiyenin enerji harcamaları içinde 2021 yılı fosil yakıt ithalatı 50 milyar dolar kadardır). Güneş ve rüzgar enerjisi sistemlerinin kurulumunun hala çok pahalı olması da ilginç bir durumdur.
Avrupa’ nın güneş fakiri ülkeleri kentlerde güneş enerjisini çok yaygın kullamaktadırlar. Rüzgar enerjisi kullanımı ise tüm dünyada hızla artmaktadır. (Almanya’ da Güneş Enerjisi %10-12, Rüzgar Enerjisi %25-30 oranlarında kullanılmaktadır).
Günümüz anlayışı içinde nükleer santrallerin yeri de yenilenebilir enerji kaynakları ile doldurulmaya çalışılmaktadır. Ülkemizde HES’ ler ise doğayı katleden çevre felaketlerinden sayılmaya başlanmıştır. Daha önce sanayi devrimleri konusundaki yazımda ayrıntılı anlatmaya çalıştığım “Yapay Güneş” teknolojileri de yakında enerji konusunda çığır açacağı izlenimini vermektedir.
Ondokuzuncu YY. sonları için havagazı önemli bir buluş ve gereklilikken, artan nüfus ve gelişen çevre bilinci yeni teknolojileri gerekli kılmıştır. Kolay elde edilen, ucuz, temiz enerji arayışları ve bunun ucuz nakli ile ilgili teknolojilere gereksinim artarak sürmektedir. Nikola Tesla’ nın en önemli buluşlarından olan kablosuz enerji nakli teknolojisinin uygulaması DARPA (Defense Advanced Research Projects Agency), tarafından “Resonnant Wireless Power Transfer” adlı program ile dünyanın her yerindeki ABD kuvvetlerine, kablosuz ve kesintisiz güç sağlamak için kullanılmaktadır. (Wikipedia). Sokak lambalarının uzaktan yakılmasını sağlayan Nikola Tesla’ nın “Ark aydınlatma sistemi” de aynı temel üzerine kurulmuştur.
DARPA, Nikola Tesla’ nın en büyük hayalini gerçekleştirmiştir.
Yedikule Havagazı Fabrikası, İstanbul’un endüstriyel mirasının önemli bir parçasıdır. Tarihi değeri ve mimari özellikleri nedeniyle korunması gereken yapılar arasında yer almaktadır, İstanbul’un sanayileşme sürecinde önemli bir rol oynamıştır, endüstriyel arkeoloji ve tarih açısından araştırmalara konu olmaktadır.
Değerli Ekrem İmamoğlu başkanımıza bu olağanüstü mekanı İhya edip Kültür ve Sanat merkezi haline getirmiş olduğundan dolayı teşekkür ediyorum. Daha önce de Hasanpaşa kültür merkezi açılmış, İzmir’ de de Alsancak havagazı fabrikası kültür ve sanat amaçlı halka açılmıştır.
Yedikule fabrikasının hemen yanındaki TCDD arazisinin bugünkü yapılanmasını görünce, acele edilmemiş olsaydı fabrikanın bu “kupon arazisinin” akibetinin ne olabileceğini tahmin etmek zor değildir.
Resim 4 Yedikule Gazhanesi Kültür ve Sanat merkezi

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Fikir hırsızlığı neden yapılır?

Geçenlerde, uluslararası bir şirkette üst düzey pozisyonda çalışan yakın...

Nitelikli işgücü krizi büyüyor

Türkiye'nin ekonomik büyümesi ve sanayileşme hamlesi, beklenmedik bir darboğazla...

Teknoloji Yolculuğunda Öğrenmenin Yaşı Yok!

Teknoloji çağında yaşıyoruz ve artık büyüklerimiz de bu hızlı...

Kaos ile başa çıkmak nasıl mümkün olur?

İş yaşamında sıklıkla “kaos” olarak tanımlanan istenmeyen durumlar ile...