İşimizi Sevmek veya Sevmemek… Bütün Mesele Bu Mu?

Tarih

İş dünyasının sosyal medyası olan Linkedin’de kısa ama etkili bir anket yaptık.
Sizce işimizi sevmemiz gerekir mi?
Yaklaşık 1400 kişinin yanıtladığı soruda iki yanıt seçeneği vardı ve
• “Sevmeden asla” diyenlerin oranı %67,
• “İyi kazanıyorsam şart değil” diyenlerin oranı %33 oldu.
Sonuç aslında şaşırtıcı değildi. Artık, bir işi yaparken kazandığımız para yegâne motivasyon unsuru olmaktan çoktan çıkmış durumda.
İşimiz en çok vakit geçirdiğimiz alan ve hayat tarzımız üzerine fazlaca etkili. Fakat bu konuyu siyah-beyaz bakış açısıyla değil gri alanlarda da ele almak yerinde olacaktır.
Ünlü bir araştırma şirketinin 20’den fazla ülkede yaptığı ankette yaptıkları işleri anlamlı bulmanın bireyleri ne kadar mutlu ettiğini sordu. Buna göre “anlamlı bir işe sahip olmak” belirtilen 29 muhtemel mutluluk kaynağı içerisinde 13. sırada belirtiliyor. Türkiye’de ise bu faktör 11. sırada.
Sağlık, hayat şartları, hobiler, güvenlik, anlamlı bir hayat, arkadaşlar ve daha fazla para gibi faktörler anlamlı bir işe sahip olmaktan önce geliyor.
Anlamlı bir işe sahip olmayı mutluluk kaynağı olarak üst sıralarda gösteren ülkelerin başında gelişmekte olan ülkeler geliyor. Kolombiya (%90), Peru ve Meksika (%89), Güney Afrika ve Arjantin (%88)
Bunun nedeni, gelişmekte olan ülkelerin kişilere kendilerini ve yeteneklerini gösterebilecekleri iş imkânı sunmakta daha kısıtlı oluşu ve bu nedenle de beklentinin canlı kalması. Gelişmiş ülkeler bunu sağlamakta daha başarılılar, bu nedenle de talep daha az dile geliyor.
Bir de yaş faktörü var elbette. 35 yaş altı bireylerin %85’i anlamlı bir işlerinin olması mutluluk kaynağı diyor, 50 yaş üstü bireylere bakıldığında bu oran %66’lara geriliyor.
Y ve X kuşaklarının iş yaşamından beklentileri önceki kuşaklara göre daha farklı. Yüksek kazanç elde etseler dahi anlamlı bulmadıkları (sevmedikleri) bir işte çalışmak istemiyorlar.
Yaptığımız İşi Sevmemiz Şart Mıdır? Sevmiyorsak Ne Yapabiliriz?
Farklı gruplar için ağırlığı değişkenlik gösterse de işimizi severek yapma ve yaptığımız işle mutlu olma ihtiyacı hemen hepimizde var. Ancak araştırma sonuçlarının da doğruladığı gibi mutluluğumuzla ilgili tek kriter bu değil.
Tutkularımızın peşinden gitmek gerektiğini ve yalnızca sevdiğimiz ve anlamlı bulduğumuz işi yaparsak başarılı ve mutlu olacağımız inancı yaşamdaki seçeneklerimizi ve gelişme alanlarımızı sınırlandırıyor da olabilir.
O nedenle iş yaşamımızla ilgili daha iyi olanakları araştırmaya devam ederken bir yandan da iş tatminimizi arttıracak şu önerilere de kulak verin.
1.Gelişime odaklanın.
Konfor alanından çıkmadan, zorlanmadan gelişmek olanaksızdır. Zaman zaman sıkıcı ve zorlayıcı gelse de yaptıklarınızın hangi alanlarda gelişmenizi sağladığına odaklanın.
Örneğin, zor bir yönetici ile çalışmak zorundasınız. Bunun için kendinize acımak yerine zor insanlarla başa çıkma becerinizi arttırmaya odaklanabilirsiniz. Bu size bir sonraki adımda daha büyük dayanıklılık getirecektir.
Veya size verilen tekdüze ve sıkıcı bir işi tamamlamanız gerekiyor. Böyle bir durumda tahammül kabiliyetiniz gelişiyor olacak. (Bu öneri, her şeye tahammül etmemiz gerektiği gibi bir yaklaşımı savunmuyor. Yalnızca geçici ve kaçınılmaz bazı durumları kazanımlara dönüştürmeyi hedefliyor.)
2.Yeni anlamlar katın
Koçluk çalışmalarında buna “yeniden çerçeveleme” diyoruz. Var olan mevcut duruma yeni bir anlam yükleme. Negatiften pozitife geçebilmek mümkün böylece. Tom Sawyer kendisine ceza olarak verilen duvar boyama işini öyle büyük zevkle yapmıştı ki, bu işi arkadaşlarına para ile satmıştı.
Anlam dediğimiz şey son derece göreceli ve kaynağı bizde olan bir şeydir. Değişebilir. İşinize karşı bakış açınızı gözden geçirin.
3.Becerileriniz neler?
Becerebildiğimiz şeylerden daha çok zevk alma eğilimindeyizdir. Yapmakta zorlandığımız şeyler ise bizi sıkar. Sağlak olan birine sol elle yazma zorunluluğu getirsek kendini iyi hissetmeyecektir. Ancak becerisi arttıkça bu rahatsızlık azalır.
İş yaşamındaki becerilerimizi arttırmak da severek yapabileceğimiz daha fazla iş anlamına gelebilir.
4.Para önemlidir
Para mutluluk getirmez ama birçok mutsuzluğu önler. İyi bir gelire sahip olmak yaşamın birçok alanında bize özgürlük, güven duygusu verir. Daha iyi bir kazanç için çalışmak yanlış bir hedef değildir. Önemli olan bu hedefe yönelirken hangi bedellerin ödeneceği, bu bedellerin göze alınıp alınmadığıdır..
Para iyi yaşam için araçtır ama amaca dönüştüğünde getirilerinden çok götürüleri söz konusu olabilir. Bazen daha çok keyif aldığımız bir işi yapmak uğruna belli bir miktarda daha az kazanmayı da göze alabiliriz. Ancak belli bir süre için daha yüksek kazanç sağlamaya odaklanıp sonrasında daha rahat bir yaşamı hedeflemek de birçok kimsenin benimsediği bir tercihtir.
5.İş ortamı / meslek / kariyer farklı şeylerdir. Sorun nerede?
İşimizi sevmemenin nedenini anlamak için kavramları netleştirmekte fayda var. Sahip olduğumuz meslek eğitimini alarak ve uygulayarak sahip olduğumuz becerilerdir. İş mesleği icra ettiğimiz ortamdır. Kariyer ise yaşam boyu meslekle ilgili yaptıklarını kapsar.
İşimizi sevme veya sevmememiz bu üçünden hangisiyle daha çok ilgiliyse iyileştireceğimiz yer de orasıdır. Örneğin, mesleğimizi seviyor ama iş ortamımızdan hoşnut değilsek bu bize bir iş adresi değişikliğini işaret edebilir. Veya iş ortamını severiz ama kariyer olanaklarını yeterli bulmuyor olabiliriz.
6.Etki yanılgısına dikkat
Davranış bilimciler bir deneyimin bizde yaratacağı duygular konusunda abartma eğiliminde olduğumuzu söylüyor. (Impact Bias) Yani tahmin edilen yaşantı ile bizatihi yaşanan şey arasında hatırı sayılır bir fark var.
Örneğin piyangodan büyük ikramiyeyi kazansak mutluluk seviyemizin tırmanacağını ve bunun kalıcı olacağını zannederiz, oysa bu doğru değildir. Bunu kanıtlayan pek çok araştırma bulunuyor.
Severek veya tutkuyla çalışırsak hiç çalışmıyormuş gibi hissedeceğimiz de buna benzer bir yanılgıdır. En sevdiğimiz iş bile mecburiyete dönüştüğünde bizim için tatsızlaşabilir.
Tutkusu müzik olan biri para kazanmak için müzik yapmaya başladığında aldığı haz azalır. Çünkü artık mecburiyetler ve işin gerektirdiği zorunlu sınırlar devreye girer.
Yani, iş konusunda gerçekçi beklentilere sahip olduğumuzda tatmine kavuşma ihtimalimizi de arttırırız.
7.Takdir ve ödüllerinizi arttırın
Yeterince takdir görmediğimiz durumlarda kötü hissederiz, takdir gördüğümüzde ise çalışma şevkimiz artar. Bu, bazen yöneticimizden, iş ortamımızdan bazen de kendi bakış açımızdan kaynaklanır.
Her ikisi için de yapabileceklerimiz vardır. Yaptıklarımızı daha görünür kılmak, paylaşmak ve bazen de takdir beklentimizi dile getirmek gibi. Öte yandan kendi mükemmeliyetçiliğimizi kırıp iyi yaptıklarımızı görmek ve fark etmek, hatalarımızı ise gelişme sürecinin bir parçası saymak işimizde iyi olma ve iyi hissetme şansımızı arttırır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Sosyal Medyada Paylaş

Popüler Yazılar

Bunları da sevebilirsiniz
Bunları da sevebilirsiniz

Vücudunuzu iyi tanıyor musunuz? Değerini biliyor musunuz onun?

Vücudumuzda pek çok organ vardır. Kalp, ciğer, böbrek v.s. Hepsi de önemli ve değerlidir. Özde bu organların hepsi et parçası olsa da hepsinin ayrı bir değeri vardır. Bu organların kimine irademiz ile yön verebilir, kimisine de veremeyiz.Tıpkı bir şirketin yönetim birimleri gibi. Her birim doğru çalıştığında şirkete yarar sağlayan bir organdır. Ama doğru çalıştığında! Dil de irademizle yön verebildiğimiz bir organdır. Nedir Dil? Bir et parçası. Dil’i kullanmak ise beyin ve akıl ister. Beyin de bir et parçasıdır aslında. Onu kullanma yeteneğine ise akıl denir. Dil ve dilin önemi ile ilgili pek çok atasözü ve deyim vardır Türkçe’de. "Dil mi güzel, dilber mi güzel?", “Dil’in kemiği yoktur.” v.s. Toplum olarak dilimizi doğru ve güzel kullanma konusunda çok kötüyüz. Doğru ve temiz Türkçe konuşma konusunda tam bir felaket olduğumuz bir gerçek. Özellikle 80’li yıllarda artan dezenformasyon günümüzde Nirvana’ya ulaştı. Bırakın temiz Türkçe konuşmayı, Türkçe konuşmayı beceremez olduk. Dilimizden, edebiyattan, zerafetten çok uzağız.Bir de işin öteki boyutu var. Güzel konuşmak. Düşünerek konuşmak. Lafını tartarak konuşmak.Bu konuda da felaketiz toplum olarak. Günlük yaşamın içinde sıkça görüyor bu. Sevgisizliğimiz konuşmamıza yansıyor. Şirketlerde de bu olay çokça var. Yöneticilerin çalışanlarla konuşurken kullandıkları dil çok önemli. Her çalışan faklı bir kültürdür çünkü. Yanlış kullanılan dil çalışanının psikolojisini ve verimliliğini olumsuz olarak etkileyebilir. Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyetin 100. yılı şerefine piyanist ve besteci Fazıl Say tarafından bir marş yazıldı. 100. Yıl Marşı. Elbette ki bu eseri beğenen de beğenmeyen de oldu. Bu çok normal. Ama ortada bir gerçek vardı. Emek. Bu eserin yazımı için saatlerce, günlerce çalışıldı. Düşünüldü. Orkestra ve koro provaları yapıldı. Kayıt yapıldı. Her biri ayrı bir emekti. Ne yazık ki özellikle sosyal medyada bu eseri kötü bir dille eleştiren çok oldu. Düşünelim şimdi. Toplumumuzun en büyük eksikliklerinden biri nedir? Sevgisizlik. Bir insanı, dünya görüşünü, davranışlarını sevmeyebilirsiniz. Sevmek zorunda da değilsiniz. Ortaya koyduğu eseri de beğenmeyebilirsiniz. Bu çok normal. Peki emeğe saygısızlık nedir? Bu ülke en çok emeğe saygısızlıktan kaybetmiyor mu yıllardır? Çocuğunuz yıllarca üniversite okudu, yüksek lisans, master, doktora yaptı ama işsiz. Alanınızda uzmansınız, yurt dışı tecrübeniz var, çift yabancı diliniz var, ama iki kelimeyi yan yanagetiremeyen adam müdür. Tıp literatürüne geçmiş buluşlarınız, ameliyatlarınız var ama kendi ülkenizde ikinci sınıf vatandaş durumundasınız. Bunlar emeğe saygısızlık değil mi? Sevin birbirinizi. Saygı gösterin emeğe. Size yapılmasını istemediğiniz şeyi başkasına yapmayın. Güzel şeyler söylesin diliniz. Sevgisizlik en kötü şeydir.

Bir kahve molasında satılan dostluklar

ChatGPT: İş hayatında insanı en çok yıpratan şey, uzun mesailer ya da düşük maaşlar değil; aynı hedef için omuz omuza çalıştığı bir arkadaşının bir gün sırtını dönmesidir. Çünkü ihanet, sadece bir güveni değil, insanın iç dengesini de yıkar. Kısa vadede kazandırıyor gibi görünse de, uzun vadede itibar kaybı kaçınılmazdır; zira iş dünyası küçük bir ekosistemdir ve “güvenilmez” damgası bir kez vuruldu mu silinmez. Üstelik ihanet sadece kurbanı değil, kurumu da zehirler: Güvenin olmadığı yerde cesaret, yaratıcılık ve bağlılık barınamaz. Adil ve şeffaf olmayan ortamlarda ihanet kök salar, sadakat ise susar. Oysa gerçek başarı, başkasının sırtına basarak değil, birlikte yükselerek kazanılır. Çünkü hiçbir unvan, dostluğu satmanın bıraktığı gölgeyi silemez; ihanet eden sonunda yalnız kalır, kazandığını sandığı her şeyin aslında kayıp olduğunu çok geç anlar. İş dünyasında en değerli sermaye ne para ne güçtür — güven ve itibardır, ve onu kaybeden gerçekte her şeyini kaybeder.

Kendimizi geçmek, Trafikteki araçları geçmek gibi değil

Hayatta başarıyı çoğu zaman yanlış tanımlıyoruz; sanki mesele, başkalarını sollayıp varış çizgisine önce ulaşmakmış gibi. Oysa hayat bir yarış pisti değil, sabırla geçilmesi gereken uzun bir trafik akışı ve bu trafikteki tek rakibimiz, dünkü halimiz. Toplum bize hep “daha hızlı, daha çok, daha önde ol” diyor ama asıl soru şu olmalı: “Ben bugün, dünün ben’inden daha mı iyiyim?” Kendini geçmek; büyük zaferler kazanmak değil, küçük alışkanlıkları dönüştürmektir — dün ertelediğini bugün yapabilmek, öfkelendiğin yerde susabilmek ya da kendine bir bardak su fazla içirebilmektir. Başkalarıyla kıyaslandığında sonuç hep huzursuzluk olur, çünkü bu yarışın sonu yoktur. Gerçek başarı, kendi gölgeni geçebildiğin o küçük ama anlamlı anlarda gizlidir. Çünkü insan, başkalarını değil, kendi sınırlarını aştığında özgürleşir.

Transpersonel liderlikte güven: Ruhsal bilinç ile kurulan ekipler

Transpersonel liderlik, liderliği yalnızca hedefler ve performansla sınırlamayıp, ekibin bilinç, ruhsal denge ve kolektif uyumunu da gözeten bir anlayıştır. Bu liderlik türü, çalışanları birer “kaynak” değil, potansiyelleri ve sezgileriyle bir bütün olarak görür. Uruguay eski başkanı Jose Mujica, mütevazı yaşam tarzı, şeffaflığı ve toplumsal faydayı merkeze alan yaklaşımıyla bu liderlik anlayışının canlı bir örneğidir. Transpersonel lider için güven, bir strateji değil, ruhsal bir sorumluluktur; çünkü güven, hem ekip enerjisinin hem de kolektif bilincin temelini oluşturur. Şirketlerde güvenli bir ortam yaratmak, çalışanların içsel motivasyonlarını, yaratıcılıklarını ve bağlılıklarını artırır. Ancak güven zedelendiğinde, liderin görevi hatalarını fark etmek, şeffaflıkla iletişim kurmak ve tutarlılıkla güveni yeniden inşa etmektir. Dürüstlük, empati, adalet ve bilinçli iletişim, transpersonel liderin en güçlü araçlarıdır. Gerçek liderlik, sadece sözlerle değil, varlığıyla güven veren bir enerji alanı yaratabilmektir.