Duygularımız isteklerimiz, amaçlarımız ve düşüncelerimizle çeliştiğinde anlarız onların ne denli güçlü olduklarını! Öfke göstermenizin hiç de uygun olmadığını düşündüğünüz bir yerde kendinizi ağzınızdan alevler saçarken bulduğunuzda… Onca zaman özene bezene hazırlandığınız bir sunumu yaparken heyecandan tir tir titrediğinizde… Aklınız “Kıskanacak ne var yahu?” derken iş arkadaşınızın terfisini kıskandığınız için uykunuz kaçtığında… Kedinin korkulacak şey olmadığını bildiğiniz halde elli metre öteden çığlıklar atarak kediden kaçtığınızda… Ortada huzursuz olacak hiçbir şey olmadığını bildiğiniz halde içiniz huzursuzluk dolduğunda… Arkadaşınızın o tatsız davranışına kafayı takmamaya uğraştığınız halde her geçen gün daha fazla taktığınızda…
Böyle zamanlarda duygularımız, başına buyruk yaramaz bir çocuk gibi bizi oradan oraya çekiştirmektedir ve biz ona söz geçiremeyen, zavallı ebeveynler gibiyizdir. Elimiz kolumuz bağlanır, dövsek olmaz, sövsek olmaz, kaçsak kovalar… Aklı başında sözleri asla duymaz, telkinden, nasihatten anlamaz. Tutturmuştur bir kez. Bize düşen tek şey krizi yönetmektir. O diyardan gitmeye imkân da yoktur nitekim.
Her duygunun bir işlevi ve bizi hayatta tutmaya yönelik bir amacı var elbette. Duyguların işlevlerine ve insana kattığı avantajlara sahip çıkarak, o duygunun hangi ihtiyacımızı karşılamaya yönelik olduğunu fark ederek ve onları bastırmadan yönetmeyi öğrenirsek onlar tarafından oradan oraya savrulmaktan koruruz kendimizi. Öyle ya, öfkesini, kaygısını, korkusunu her daim ortada yaşayan biri mutlu ve başarılı olabilir mi, iyi ilişkiler sürdürebilir mi?
Duyguların dilini öğrenmek bize bu çaresizlik karşısında epeyce avantaj kazandırır. Nasıl işliyor bu mekanizma? Başına “buyruk sözü” onları tanımak için çok doğru bir yakıştırma. Duygular -ismiyle müsemma- bağımsız bir sinir sistemi tarafından yönetiliyor. Buna otonom (bağımsız) sinir sistemi deniyor. Bağımsız sinir sistemimiz, vücudumuzdaki temel fonksiyonları yöneten sinir sistemimiz. Kalbimizin atışını, kanımızdaki basıncı, sindirimi, solunumu, boşaltımı yani irademizle değil kontrolümüz dışında gerçekleşen fizyolojik olayları ve istem dışı diğer hareketleri kontrol ediyor. Duygularımızın bedenimizdeki karşılıkları da bu tür fizyolojik olaylardan. Örneğin heyecanlandığımızda kalbimizin hızlı çarpması, kızdığımızda kanımızın ellerimize ve bacaklarımıza hücum etmesi, korktuğumuzda göz bebeklerimizin büyümesi, sakinken sindirimimizin artması gibi bedensel haller bizim seçimimiz değil. Kendimize sakin olmayı telkin etsek de sinirlenmemeye karar versek de bunu başaramamamız buradan geliyor.
Bu süreçte bir başka etken de düşüncelerimiz. Duygular mı düşüncelerden geliyor, düşünceler mi duygulardan mı? Bu sorunun kesin yanıtını bilmesek de düşüncelerin duygularla sürekli dans halinde olduklarını biliyoruz. Düşünceler duygu dünyamızda olup biten her şeye temas ediyorlar. Düşünceler rahatlatıcı olabildikleri gibi ateşe körük de olabiliyorlar. Ancak elbette düşünceleri değiştirmek tümüyle duyguları kontrol etmeye yeterli değil. Bu nedenle düşünceyi ele alırken duygunun bedenle ilişkisini de gözetmek gerekiyor. Bedenimizi rahatlatmayı öğrendiğimizde duygumuz da buna eşlik ediyor.
Duygu kontrolünde iki konuda çalışmalıyız. Bedenimizi rahatlatmayı öğrenirsek duygumuz yükseldiğinde ona sakinleşme mesajı verebiliyoruz. Ki bu, sandığımızdan çok daha hızlı sonuç alabildiğimiz, son derece işe yarar bir yol. Bununla beraber düşüncelerimize de bir bakmamız, hangi düşüncenin bize iyi geldiğini hangisinin işleri daha da kötüleştirdiğini araştırıp bulmamız, bunu bir farkındalığa dönüştürmemiz lazım. Ama bundan daha da önce bir karar vermemiz gerekiyor. Cevaplayacağımız soru hem derin hem de bir o kadar basit. Duygumuzun efendisi kim olacak? Bizi kızdıran kişi, bizi korkutan bir patron, bizi kıskandıran o iş arkadaşı, heyecandan dizlerimizi titreten o seyirciler, sinirimizi bozan o akraba mı? Tek seçeneğimiz bunlar değil. İpleri başka birinin veya başka bir şeyin elinde olan bir kukla değil, kendi kendimizin efendisi olmak da bir seçenektir. Değil mi ki duyguyla hareket eden kişi bağımsız değildir, bir dış etkenin etkisindedir. Bu bir özgürleşme hareketidir. O halde sizi bu özgürleşme hareketine davet ediyorum. Bununun için gerekli olan ilk adım, bu niyeti ortaya koymak, bunun için gerekeni yapmaya çaba göstermeye gönülden istekli olmaktır. Geri kalanı sanıldığı kadar zor olmayan bir yolculuktan ibaret. Yoldan keyif almasını bilene çok de keyifli üstelik…
Tarih